@@user-jg2ml6ef2h eyvallah. Henüz dün akşam dinlemiştim ve gün içinde şiirden bir kesit paylaşmıştım: "Bir ömrün olgunlaştıramayacağı acemilikler toplamı ve bir çılgın Boyun eğmedi kendine bile Seçme zorunda kalmadı yaşamayı" kesiti... Tekrar dinleyeceğim.. 🌷
Ahmet Telli. Aşk olsun sana. Bu nasıl kalem. Seni yaklaşık 30 yıl önce keşfettim ve hep ilk günkü gibi duygular uyandırıyorsun ruhumda. İyiki varsın Ahmet ağabey
Ucuz şarap eşliğinde dinleyip, geleceğe dair hiç olamayacak planlar yapıp, hayallerini kurduğum ve olmayacak geleceği şekillendirmeye çalıştığım yıl 2004 tü.
Hayaller umutlar ve caresizlikler ve yalnızlık duygusu ve her defasında her defasında kaybetmek nefes aldığım için yaşamak mecburiyetinde olmak ve intihar cesaretim olmadığı için bu cehennemi yaşamak zor çok zor .
"Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta güneşin batışını görmek ölümdür biraz, Ölümdür biraz hep aynı yatakta aynı kadınla sevişerek sabaha varmak, Kitapları hep aynı raflara sıralamak aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz, Soluk soluğa yaşamalı insan! Her sabah yeni bir şeyler görebilmeli, Ve cehenneme dönse de bütün bir ömür mutlaka bir şeyler değişmeli her gün... "
Bir şiirden çok daha fazlası. Ben ayet diyorum Soluk Soluğa için. "Her dilden bir adları vardı ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar" Bin selam ola hiç-bir ülkenin kimliğini taşımayacak kadar sınırsız olanlara
Ölecek ve bitecek sanırsın,yaşam o kadar uzun sürer ki bu şiir döner dolaşır seni yine bulur.Ölümsüz ve ebedi sanırsın,o zaman bu şiir iyiden iyiye yakana yapışır.İlkinde eleğinin üstünde kaldığı için,ikincisinde ise henüz eleğin olmadığı için.
Sen benim sevmeyi öğrendiğim, kendimden öte birilerini anlamaya başladığım kişisin. Dizelerin de başkasını özlediğim, bir dakika görmeye ömrümü verebileceğim bir gerçekliksin… bu yaşanıyor.
İnsanın insanın kurdu olduğu bir dünyada YENİ İNSAN'ı kendilerinde cisimleştiren ve insanın gelecek için umudunu yarınlara taşıyan günümüz Prometheuslar'ını ne güzel anlatır..
guzel duygularin essiz insani, soyledikleri kadar dogru ve asil insan , senin daha cok siirlerini ve videolarini istiyoruZ, karanlik odalarda , sessiz karanliklarda anlamak icin daha cok bekliyoruz seni , bizi var oldugumuz gercekligimizden al ve gotur , asaletinle , insan atlasini gezdir....
Rahat ol sen takıl aldırmadan, vurgulamadan kadınlığını. Önce sen sıyrıl, sıyrılıp gelmeden hayat deri nden, yaşa cinsiyetsiz, kimliksiz. Ve bütün herşeyi sil, çöpe atmadan. Ve de unut kendini, yoksay yaşadıklarını, baskıları, bilinçaltını. Haykır sessiz.
Her dilden bir adları vardı onların ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar Şarışındılar belki de esmer yani bir çok yüzün bileşkesi Ne altın arayıcısıydılar ne de aylak bir gezgin Vurulup düşseler de her kuşatmada serüvencidir onlar ve hiç ölmezler Ki onlar hep yalnızdır ve her nasılsa bulurlar heder olmanın bir yolunu Onlar ki bu dünyada kahraman olmaya mahkûmdurlar..
Ahmet Telli - Soluk Soluğa Şiiri NO COMMENTS Soluk Soluğa 1 Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı Ama atıldı yine de serüvenlere Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı. Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı - ki onlar daima birer yalnızdılar Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup Gitmişti o kentten anımsamıyor artık Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine Korkular geçiren o kız nerededir şimdi Sensiz olursam yaşayamam diyen O liseli kız hangi kentte kaldı Ve o sarışın O afeti devran bekler mi hala Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını Üşüten bir acıydı belki her ayrılık Her yolculuk yangınların başladığı yereydi Ama vakti olmadı hesabını tutmaya Aşkların, ayrılıkların ve acıların İstese de kalamazdı vakti gelince Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda Yürek burkulması ve hüzün ve keder Aralıksız doldururdu acıların bohçasını Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi Ay bile soğuktur o zaman Bir buz parçasıdır Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler Biraz da serüvendi yaşamak Belki yatkındı büyük yolculuklara Ki serüvenler daima büyük aşklar Ve büyük yolculuklarla başlar Anıları aşkları ve bir kenti Bırakıp gidebilirdi apansız Apansız başlardı yolculuklar Hangi saatinde olursa günün Ve hep kar yağardı nedense Durmadan kar yağardı yol boyunca Ve nasılsa yok olup giderdi hüzün Kent görünmez olunca arkada Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından Ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun Ne zaman yollara düşse biterdi acılar Gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından Kavaklarsa oynak bir çingene kızı Her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta Güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz Ölümdür biraz hep aynı yatakta Aynı kadınla sevişerek sabaha varmak Kitapları hep aynı raflara sıralamak Aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz Soluk soluğa yaşamalı insan Her sabah yeni bir şeyler görebilmeli Ve cehenneme dönse de bir ömür Mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı Okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre Ölüme ve aşka durmadan kement atan Serüvenlerle geçsin yaşamak Buz tutmuş bir dünya ortasında Yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla Önünde dağlar, uçurumlar Sarsılan gök, yarılan toprak Çelik uğultularla burgaçlanırken Yaşamak işte öylesine kucaklardı onu Ve her nasılsa keklik sekişli Bir aşkın sevinci dolardı yüreğine Çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa Ne kalmışsa bir önceki serüvenden Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları Bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde Pervasız bir acemi, bir çılgın Soyu tükenen bir bilgeydi belki de… O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe Avucundan dökülen kum taneleriydi her şey Ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı Ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında Ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki Sevince deli gibi severdi Pervasız severdi sevince Dövüşmek ancak ona yakışırdı Ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar Yoktu bağlandığı herhangi bir şey Bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından Ne bilir ömrün değerini bir çılgın Yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir Ve başarısız eylemler çağında o Kaçabilir mi binlerce kez ölmekten Yerleşik yargıları olmadı hiç Kurmadı güzel gelecek düşleri Nerede bir yangın, nerede tehlike O mutlaka oradaydı birdenbire Dinsizdi, özgür sayılırdı belki Ama bağlanmazdı özgürlüğe de Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı Beklemedi anılar sarnıcının dolmasını Şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü Yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi Ayrıntıların izi kalmamış artık Üst üste yaşanmakta ayrılıklar Ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir Dağların, denizlerin üzerinden Geride kalan ne varsa soluktur şimdi Titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir O eski konaklar gibidir anılar Gül bahçeleri, sessiz koru ve orman Belki sağanak boşanır apansız Yüzyıllık bir yağmur başlar Ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar Yok olup gider her şey, belki kül olur Hırçın bir okyanustur yürek Dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni Anılarsa birer çıban izidir Yaşanmaz onların ölgün gölgesinde Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak Ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi Anısız kalınmıyor artık ne yapılsa Kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü Bekleyişleri kemiren çakal sesleri Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılık vakti Ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın Yollara düşülmeli habersiz ve sessiz Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri Dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı Bir ömrün olgunlaştıramayacağı acemilikler toplamı ve bir çılgın boyun eğmedi kendine bile seçme zorunda kalmadı yaşamayı nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana bağlanmadı kendine de ömür boyu dağlara tırmana atlar gibi soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı bir şahin gibi bulutlara kurdu dumanlı sevdaların yörük çadırını sıradan bir gezgin değildi hiç dövüşür gibi yaşadı yolculukları belki korkusuz sayılmazdı büsbütün korkardı korkulara düşmekten zaman zaman ve bütün gemileri yakıp yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri umutlardansa nefret etti daima hep yanıldı ve yenilgilere uğradı ama atıldı yine de serüvenlere pervasız bir acemi soyu tükenen bir bilgeydi belki de Ama bir şey vardı yine de Başarısız ihtilallerden kendine kalan
Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı ama atıldı yine de yeni serüvenlere Vakti olmadı acıların hesapını tutmaya durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı Yangınlarla geçti ömrü ve hep yanlızdı - ki onlar daima birer yalnızdırlar Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup gitmişti o kentten anımsamıyor artık Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine korkular geçiren o kız nerdedir şimdi Sensiz olursam yaşayamam diyen o liseli kız hangi kentte kaldı ve o sarışın o afeti devran bekler mi hala atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını Üşüten bir acıydı belki her ayrılık her yolculuk yangınların başladığı yereydi ama vakti olmadı hesabını tutmaya aşkların, ayrılıkların ve anıların İstese de kalamazdı vakti gelince geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda yürek burkulması ve hüzün ve keder aralıksız doldururdu günlerin bohçasını Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği içinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi Ay bile soğuktur o zaman bir buz parçasıdır Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler Birazda serüvendi yaşamak belki yatkındı büyük yolculuklara ki serüvenler daima büyük aşklar ve büyük yolculuklarla başlar Anıları, aşkları ve bir kenti bırakıp gidebilirdi apansız Apansız başlardı yolculuklar hangi saatinde olursa olsun günün ve hep kar yağardı nedense durmadan kar yağardı yol boyunca ve nasılsa yok olup giderdi hüzün kent görünmez olunca arkada Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun Ne zaman yollara düşse biterdi acılar gül yüzlü sular fışkırdı toprağın karnından kavaklarsa oynak bir çingene kızı her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta güneşin batışını görmek ölümdür biraz ölümdür biraz hep aynı yatakta aynı kadınla sevişerek sabaha varmak Kitapları hep aynı raflara sıralamak aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz soluk soluğa yaşamalı insan her sabah yeni bir şeyler görebilmeli ve cehenneme dönse de bütün bir ömür, mutlaka bir şeyler degişmeli her\gün Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre ölüme ve aşka durmadan kement atan serüvenlerle geçsin yaşamak Buz tutmuş bir dünya ortasında yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla önünde dağlar, uçurumlar ve günlerce süren okyanus fırtınaları sarsılan gök, yarılan toprak çelik uğultularla burğaçlanırken yaşamak işte öylesine kucaklardı onu ve her nasılsa keklik sekişle bir aşkın sevinci dolardı yüreğine çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa ne kalmışsa bir önceki serüvenden Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde pervasız bir acemi, bir çılgın soyu tükenen bir bilgeydi belki O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe avucundan dökülen kum taneleriydi her şey, ne bir serseriydi ne de bir yılgın bir şavasçı ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında ölüm fermanları çıkarılan biriydi belki Sevince deli gibi severdi pervasız severdi sevince dövüşmek ancak ona yakışırdı ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar yoktu bağlandığı herhangi bir şey bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından Ne bilir ömrün değerini bir çılgın yalnızca kendini yaşamayı nerden bilebilir ve başarısız eylemler çağında o kaçabilir mi binlerce kez ölmekten Yerleşik yargıları olmadı hiç kurmadı güzel gelecek düşleri nerde bir yangın, nerde tehlike o mutlaka ordaydı birdenbire Dinsizdi, özgür sayılırdı belki ama bağlanmadı özgürlüğe de Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı beklemedi anılar sarnıcının dolmasını şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi Ayrıntıların izi kalmamış artık üst üste yaşamakta ayrılıklar ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir dağların, denizlerin üzerinden Geride kalan ne varsa soluktur şimdi titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir (ve her yıl biraz daha harabeye dönen o eski konaklar gibidir anılar gül bahçeleri, sesiz koru ve orman yabanıl otlar içinde kaybolur gider) Belki bir sağanak boşanır apansız yüzyıllık bir yagmur başlar ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar yok olup gider her şey, belki kül olur Hırçın bir okyanustur yürek dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni anılarsa birer çıban izidir yaşanmaz onların ölgün gölgesinde Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi anısız kalınmıyor artık ne yapılsa kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü bekleyişleri kemiren çakal sesleri Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılıklar vakti ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın yollara düşmeli habersiz ve sessiz Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı Bir ömrün olgunlaştıramayacağı acemilikler toplamı ve bir çılgın boyun eğmedi kendine bile seçme zorunda kalmadı yaşamayı Nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana bağlanmadı kendine de ömür boyu dağlara tırmanan atlar gibi soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı bir şahan gibi bulutlara kurdu dumanlı sevdaların yörük çadırını sıradan bir gezgin değildi hiç dövüşür gibi yaşadı yolculukları belki korkusuz sayılmazdı büsbütün korkardı korkulara düşmekten zaman zaman ve bütün gemileri yakıp yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri umutlardansa nefret etti daima Hep yanıldı ve yenilgelere uğradı ama atıldı yine de yeni serüvenlere Pervasız bir acemi, bir çılgın soyu tükenen bir bilgeydi belki Ama bir şey vardı yine de başarısız ihtilallerden kendine kalan (……………………………………………………. ……………………………………………………… 2. Büyük aşklar yolculuklarla başlar ve serüvenciler düşer bu yollara ancak Onlar ki dünyanın son umudu soyları tükenen birer çılgındırlar Ne bir adresleri vardı onların yeryüzünde ne de aşktan başka bir sığınakları Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında ölümle alay ederler sanki Nerde beklenirlerse ordaydılar bir kez bile gecikmediler ömür boyu Neydi onları ordan oraya savurup duran şey Onları daima yalnız kılan neydi bu yaşam denilen gürültüde Her dilden bir adları vardı onların ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar Şarışındılar belki de esmer yani bir çok yüzün bileşkesi Ne altın arayıcısıydılar ne de aylak bir gezgin Vurulup düşseler de her kuşatmada serüvencidir onlar ve hiç ölmezler Ki onlar hep yalnızdır ve her nasılsa bulurlar heder olmanın bir yolunu Onlar ki bu dünyada kahraman olmaya mahkûmdurlar Sislenen anılar kaldı bize onlardan renkleri bozulup duran solgun anılar Nasıl yazılmalı ki silinip gitmesin bulutlar gibi çekilmesin gök boşluğuna Bileği güçlü ve gözüpek avcılar mıydı onları kuşatıp yeryüzü cennettinden atan Yoksa kendini tüketen hüzünler miydi vurulup düştükçe ışığını karartan O serüvenlerin günlüğü tutulmadı yazılmadı o insanların destan şiiri Parça parça ettirilseler bir kartala (ki sanırım böyle oldu sonları) Fışkırır yüreklerinden başarısız ihtilallerin yangınları (………………………………………………. ……………………………………………….. Dünyanın cesur ulusları yoktu, cesur insanları vardı. Onlar, aşkın ve hayatın havarileri, büyük serüvencilerdi . Onlar, bu ihtiyar cadının maskesini parçalamak ve yeryüzü denilen cenneti bize sunmak istediler. Bütün ömürleri bu kavgayla geçti. Ne adları vardı onların, ne ulusları, ne dinleri ne de anıtları. Ama biz onlar için ölüm fermanları hazırlayıp görkemli mangalar kurduk. Şavaşlar açtık peşpeşe. Kentleri ele geçirip vahşi bir hayvan gibi avladık onları. Nerde görülseler kurşuna dizdik ve süslü kemerler yaptık onların kafa derilerinden. Biz cellattık ve tarih suratımıza tükürürken, bir kez bile bağışlanmayı istemedi onlar… Derler ki, son büyük serüvenci yaralıdır hala…
O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe Avucundan dökülen kum taneleriydi her şey Ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı Ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında Ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki Sevince deli gibi severdi Pervasız severdi sevince Dövüşmek ancak ona yakışırdı Ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar Yoktu bağlandığı herhangi bir şey Bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından
SOLUK SOLUĞA - 1 Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı Ama atıldı yine de serüvenlere Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı. Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı - ki onlar daima birer yalnızdılar Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup Gitmişti o kentten anımsamıyor artık Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine Korkular geçiren o kız nerededir şimdi Sensiz olursam yaşayamam diyen O liseli kız hangi kentte kaldı Ve o sarışın O afeti devran bekler mi hala Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını Üşüten bir acıydı belki her ayrılık Her yolculuk yangınların başladığı yereydi Ama vakti olmadı hesabını tutmaya Aşkların, ayrılıkların ve acıların İstese de kalamazdı vakti gelince Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda Yürek burkulması ve hüzün ve keder Aralıksız doldururdu acıların bohçasını Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi Ay bile soğuktur o zaman Bir buz parçasıdır Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler Biraz da serüvendi yaşamak Belki yatkındı büyük yolculuklara Ki serüvenler daima büyük aşklar Ve büyük yolculuklarla başlar Anıları aşkları ve bir kenti Bırakıp gidebilirdi apansız Apansız başlardı yolculuklar Hangi saatinde olursa günün Ve hep kar yağardı nedense Durmadan kar yağardı yol boyunca Ve nasılsa yok olup giderdi hüzün Kent görünmez olunca arkada Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından Ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun Ne zaman yollara düşse biterdi acılar Gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından Kavaklarsa oynak bir çingene kızı Her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta Güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz Ölümdür biraz hep aynı yatakta Aynı kadınla sevişerek sabaha varmak Kitapları hep aynı raflara sıralamak Aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz Soluk soluğa yaşamalı insan Her sabah yeni bir şeyler görebilmeli Ve cehenneme dönse de bir ömür Mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı Okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre Ölüme ve aşka durmadan kement atan Serüvenlerle geçsin yaşamak Buz tutmuş bir dünya ortasında Yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla Önünde dağlar, uçurumlar Sarsılan gök, yarılan toprak Çelik uğultularla burgaçlanırken Yaşamak işte öylesine kucaklardı onu Ve her nasılsa keklik sekişli Bir aşkın sevinci dolardı yüreğine Çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa Ne kalmışsa bir önceki serüvenden Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları Bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde Pervasız bir acemi, bir çılgın Soyu tükenen bir bilgeydi belki de... O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe Avucundan dökülen kum taneleriydi her şey Ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı Ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında Ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki Sevince deli gibi severdi Pervasız severdi sevince Dövüşmek ancak ona yakışırdı Ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar Yoktu bağlandığı herhangi bir şey Bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından Ne bilir ömrün değerini bir çılgın Yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir Ve başarısız eylemler çağında o Kaçabilir mi binlerce kez ölmekten Yerleşik yargıları olmadı hiç Kurmadı güzel gelecek düşleri Nerede bir yangın, nerede tehlike O mutlaka oradaydı birdenbire Dinsizdi, özgür sayılırdı belki Ama bağlanmazdı özgürlüğe de Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı Beklemedi anılar sarnıcının dolmasını Şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü Yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi Ayrıntıların izi kalmamış artık Üst üste yaşanmakta ayrılıklar Ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir Dağların, denizlerin üzerinden Geride kalan ne varsa soluktur şimdi Titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir O eski konaklar gibidir anılar Gül bahçeleri, sessiz koru ve orman Belki sağanak boşanır apansız Yüzyıllık bir yağmur başlar Ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar Yok olup gider her şey, belki kül olur Hırçın bir okyanustur yürek Dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni Anılarsa birer çıban izidir Yaşanmaz onların ölgün gölgesinde Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak Ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi Anısız kalınmıyor artık ne yapılsa Kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü Bekleyişleri kemiren çakal sesleri Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılık vakti Ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın Yollara düşülmeli habersiz ve sessiz Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri Dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı Bir ömrün olgunlaştıramayacağı acemilikler toplamı ve bir çılgın boyun eğmedi kendine bile seçme zorunda kalmadı yaşamayı nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana bağlanmadı kendine de ömür boyu dağlara tırmana atlar gibi soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı bir şahin gibi bulutlara kurdu dumanlı sevdaların yörük çadırını sıradan bir gezgin değildi hiç dövüşür gibi yaşadı yolculukları belki korkusuz sayılmazdı büsbütün korkardı korkulara düşmekten zaman zaman ve bütün gemileri yakıp yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri umutlardansa nefret etti daima hep yanıldı ve yenilgilere uğradı ama atıldı yine de serüvenlere pervasız bir acemi soyu tükenen bir bilgeydi belki de Ama bir şey vardı yine de Başarısız ihtilallerden kendine kalan Ahmet TELLİ