ALLAH'IN VARLIĞI İSPATLANAMAZ MI? 

Amiiinnn

Selam saygılar, bende MaşaAllah böyle yazıyordum ama bir Türkçesini okuyon Maşa, Allah, hiç de iyi anlamlı olmuyor yanlış okununca değilmi dahadün fark ettim, ama MâşaAllah ve MaaşaAllah en iyi çevirme yazılışı bence.

sen iman ettiğin için böyle konuşuyorsun hocamızın dediği gibi

Cevabın doğru değil.sebin cevabı inanan bir kişiye göre doğru ancak onun da zaten inançlı oluyor olması bu soruyu sana sordurmaz.Günümüz bilimadamlarının bing bang öncesine ait bazı teorileri var.o teorilerden biri bir bing bang içe çökerken enerjisinin transferi ile başka bir bing bange sebebiyet verdiği.yani bu teoriye göre bizim bing bangımız milyarlarca başlamış ve bitmiş bing banden sonra gelen sıradan bir bing bang.Bu teori bu nedenle enerjinin bir sonunun ve başınının olmadıgını iddia ediyor.dolsyısıyla madde enerji yönüyle zamansız başsız ve sonsuz olup zaman bizim açımızdan var oluyor.Senin cevabın nu teoriyi savunan bir fizikçi için yetersiz kalıyor

Tamam senin dediğin gibi olsun hodri meydan kıyamete kadarda vakti var en basit bir şeyi yoktan var etsin veya var olan bir şeyi yok etsin . Şimdi mükemmel labaratuvarlar var ya o zaman bu meydan okumayı kabul etsin. Birde zaman lama sınırı yok.

Suda bı gerçek iman etmeyen bir kişiye ağzınla kuştutsan yine iman etmez, bu iş Allah'ın nasip etmesi ile ile ilgili

@@Adanin_avukati Asırlar önce kelamcılar bu konunun cevabını vermişler zaten. sonsuz sayıda cisim mümkün değildir, sonsuz zaman da mümkün değildir. geçmişte bir başlangıç olmasa ve sonsuz zaman geçmiş olsa bugüne ulaşamazdık. çünkü sonsuz zamanı aşamazsın. iddia mantıken çürük. Eğer bugün kainatta oluşlar devam ediyorsa geçmişte bir noktada başlangıç aklen zorunludur. Bu başlangıç bigbangten önce de olmuş olabilir konu bilimsel teoriler değil, bilmem anlatabildim mi? akla şöyle bi soru gelebilir, geçmişe doğru sonsuz zaman olmuyor da cennet-cehennem nasıl sonsuz olabiliyor, orada bir kavram karışıklığı var, cennet-cehennem sonsuz'a kadar' sürecek. bunu şöyle anlatabiliriz, sayıları yazalım artarda, ne zaman sonsuza ulaşırız, cevap hiçbirzaman, ama yazmakla sayılar biter mi? cevap bitmez, işte cennet-cehennemin durumu buna benzer denilebilir. yani sonsuza ulaşılmayacak, ama sonsuza kadar sürecek, yani hiç bitmeyecek demek. Ama aynı şeyi yukarıda anlattığım gibi geçmiş zaman için söyleyemeyiz, çelişmezlik ilkesine göre bu mümkün değildir.

Bence sen hicbirsey anlamamıssin.

)))))) bigisayar yavaş

Nesnel bilgiler ışığında Kadim bir Yaratıcının varlığı aklen zaruridir. Zaten sen de mesajında belirtmişsin, 'Bütün her şeyin bir başlangıcı olması lazım ve bir yaratıcı.' 'Yaratıcı olduğunu kabul etsek bile nasıl bir şey olduğuyla ilgili hiçbir fikrimiz yok bir sürü ihtimal var.' Bu söylediklerin de kısmen doğru, sadece akılla, bahsettiğimiz Yaratıcıyı kavrayamayız, anlayamayız, çünkü yaratılan yaratanı kapsayamaz. İşte burada nübüvvet devreye girer zaten. İnsanlığın başından beridir uyarıcılar gönderilmiştir. Yaratıcı kendisini bildirmiştir, emirler ve yasaklar vaz etmiştir. Dinin mantıksızlığını(!) ortaya koymak için öne sürdüklerinin akıl ve mantıkla alakası yok, ahlaki önermeler bunlar. Senin yanlış gördüğün bir eylemi, başka bir toplum doğru görebilir. Konunun cehaletle de ilgisi yok. Eski toplumlarda çok eşlilik yaygındı, bunu normal de görüyorlardı, zamanda geriye gidip o güne gitsen muhtemelen onlar sana cahil derlerdi.

@@08chemist çok eşlilikten bahsetmiyorum kendisine hala kızlarını teyze kızlarına kadar helal kılmışlar bi de yalnızca sana diğer müminlere değil diyor 😀Ayrıca kadınlara nasıl muamele edildiğini biliyoruz hafifçe vurabilirsiniz fln sizce bunu gerçek bir tanrı göndermiş olabilir mi ? Ya da ayın ikiye yarıldığını söyleyen bir din 😀( Bu ve bunun gibi diğer konuların savunmalarını çok dinledim zamanında ve kendimi inandırdım bi şekilde ama bir yandan da karşıt görüşleri de dinlemeyi ihmal etmedim zaten ancak bu şekilde doğrulara ulaşılabilir )

Çok cahilmişsin emirhan

@@Yorgunkaplan argümanın yoksa kapa çeneni

@@Emirhanarslann Biz Müslümanlar için örnek Peygamber Efendimizdir, peki eşlerine nasıl davranmış? vurmak bi yana, hiç sesini yükseltmiş mi ya da azarlamış mı? nasıl iletişim kurmuş? hepsi kaynaklarda ortada. bahsettiğin ayete gelince, orada ''Ayrıca mümin bir kadın kendini peygambere mehirsiz olarak bağışlar, peygamber de onunla evlenmek isterse, diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere helal kıldık'', evet Peygamber Efendimize özel olarak mümin bir kadın gelir de kendisini mehirsiz olarak hibe ederse sadece Ona özel bu kadınla evlenme izni verilmiştir, ancak hayatı boyunca böyle bir teklifi kabul edip de evlenmemiştir, kendisini hibe eden çokça kadın olmasına rağmen. Hayatını incelersen, dünya malına sırtını dönmüş, mütevazı bir hayatı ilke edinmiş bir insan göreceksin. Dileseydi etrafındakiler krallara göre bir yaşantı sunabilirlerdi, senin için canını vermekten çekinmeyen 'Anam, babam sana feda olsun' diye söze başlayan insanlar var etrafında bir düşün bunu. ayette diğer sayılanlar, diğer müminlere de helal kılınmıştır, -Ay ikiye yarılmıştır. -Ay ikiye yarılmamıştır. İkisi cümle de cümle olarak incelediğimizde birer iddia, ben diyorum ki, sonsuz kudrette bir Yaratıcı dilerse ayı ikiye yarar ve tekrar eski haline döndürür. Bu mümkündür. Yapamazsa asıl problem olur bu durum.

O senin bakış açına göre öyle.Adam burda müslümana anlatır gibi anlatmıyor Allah ın varlığını reddeden birisine anlatır gibi anlatıyor.akli delille war dediğiniz delillerin birçoğu da günümüz fizik teorilerinin karşısında tam manasıyla izahat getirmiyor.o izahatlar anadan babadan müslüman doğanlar için bir delil olmakta

@@Adanin_avukati Akli delilleri çöpe atarsak, bilim de yapılamaz, aklın ilkeleri ve temel mantık tüm bilgi sistemimizin temelini teşkil eder. Bunu inkar edersen ne fizik alemde ne metafizik alemde hiçbir şeyi iddia edemezsin. Fizik teorileri mantık yasalarıyla çelişiyorsa teori yanlış kurgulanmış demektir, zaten atom altı konusunda henüz kesin bir bilgi yok, bu sağlam olmayan iddialara dayanarak en temel bilgileri sarsmak aklı inkar etmek demektir.

Ey insan! Kat‘iyen bil ki, insanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmâm eden dehşetli kelimeler var. Ehl-i îmân, bilmeyerek isti‘mâl ediyorlar. Mühimlerinden üç tanesini beyân edeceğiz. Birincisi: اَوْجَدَتْهُ الْاَسْبَابُ Yani esbâb, bu şeyi îcâd ediyor. İkincisi: تَشَكَّلَ بِنَفْسِه۪ Yani kendi kendine teşekkül ediyor, oluyor, bitiyor. Üçüncüsü: اِقْتَضَتْهُ الطَّب۪يعَةُ Yani tabîîdir, tabiat iktizâ edip, îcâd ediyor. SAYFA 136 Evet, madem mevcûdât var, inkâr edilmez. Hem her mevcûd, san‘atlı ve hikmetli vücûda geliyor. Hem madem kadîm değildir, yeniden oluyor. Her halde ey mülhid! Bu mevcûdu, meselâ bu hayvanı, ya diyeceksin ki: “Esbâb-ı âlem, onu îcâd ediyor. Yani esbâbın ictimâında, o mevcûd vücûd buluyor. Veyahud o kendi kendine teşekkül ediyor. Veyahud tabiat muktezâsı olarak, tabiatın te’sîriyle vücûda geliyor. Veyahud bir Kadîr-i Zülcelâl’in kudretiyle îcâd edilir.” Madem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur. Evvelki üç yol muhâl, battâl, mümteni‘, gayr-i kābil oldukları kat‘î isbat edilse, bizzarûre ve bilbedâhe dördüncü yol olan tarîk-i vahdâniyet, şeksiz şübhesiz sâbit olur. Ama birinci yol ki: Esbâb-ı âlemin ictimâıyla teşkîl-i eşyâ ve vücûd-u mahlûkāttır. Pek çok muhâlâtından yalnız üç tanesini zikrediyorum. Birincisi: Bir eczâhânede gayet muhtelif maddelerle dolu yüzer kavanoz şişeler bulunuyor. O edviyelerden zîhayat bir ma‘cun istenildi. Hem hayatdâr hârika bir tiryâk, onlardan yapılmak îcâb etti. Geldik, o eczâhânede, o zîhayat ma‘cunun ve o hayatdâr tiryâkın çoklukla efradını gördük. O ma‘cunlardan her birisini tedkîk ettik. Görüyoruz ki, o kavanoz şişelerden her birisinden bir mîzân-ı mahsûsla, bir-iki dirhem bundan, üç-dört dirhem ötekinden, altı-yedi dirhem başkasından ve hâkezâ, muhtelif mikdarlarda eczâlar alınmış. Eğer birinden bir dirhem ya noksân veya fazla alınsa, o ma‘cun zîhayat olmaz. Hâsiyetini gösteremez. Hem o hayatdâr tiryâkı da tedkîk ettik. Her bir kavanozdan bir mîzân-ı mahsûsla bir madde alınmış ki, zerre mikdar noksân veya ziyâde olsa, tiryâk hâssasını kaybeder. O kavanozlar elliden ziyâde iken, her birisinden ayrı ayrı bir mîzânla alınmış gibi, ayrı ayrı mikdarlarda eczâlar alınmış. SAYFA 137 Acaba hiçbir cihette imkân ve ihtimâl var mı ki, o şişelerden alınan muhtelif mikdarlar, şişelerin garib bir tesâdüf veya fırtınalı bir havanın çarpmasıyla devrilmesinden, her birisinden alınan mikdar kadar, yalnız o mikdar aksın, beraber gitsinler, toplanıp o ma‘cunu teşkîl etsinler. Acaba bundan daha hurâfe, muhâl, bâtıl bir şey var mı? Eşek, muzâaf bir eşekliğe girse, sonra insan olsa, “Bu fikri kabul etmem” diye kaçacaktır. İşte bu misâl gibi, her bir zîhayat, elbette zîhayat bir ma‘cundur. Her bir nebât, hayatdâr bir tiryâk gibidir. Çok müteaddid eczâlardan, çok muhtelif maddelerden ve gayet hassâs bir ölçü ile alınan maddelerden terkîb edilmiştir. Eğer esbâba, anâsıra isnâd edilse ve “Esbâb îcâd etti” denilse, aynen o eczâhânedeki ma‘cunun, şişelerin devrilmesiyle vücûd bulması gibi, yüz derece akıldan uzak, muhâl ve bâtıldır. Elhâsıl: Şu eczâhâne-i kübrâ-yı âlemde, Hakîm-i Ezelî’nin mîzân-ı kazâ ve kaderiyle alınan mevâdd-ı hayatiye, hadsiz bir hikmet ve nihâyetsiz bir ilim ve her şeye şâmil bir irâde ile vücûd bulabilir. “Kör, sağır, hududsuz, sel gibi akan anâsır ve tabâyiin ve esbâbın işidir” diyen bedbaht, o tiryâk-ı acîbin, “Kendi kendine şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur” diyen dîvâne bir hezeyancı, sarhoş bulunan bir ahmaktan daha ziyâde ahmaktır. Evet, küfür, ahmakāne ve sarhoşâne dîvânece bir hezeyandır. İkinci Muhâl: Her şey Vâhid-i Ehad olan Kadîr-i Zülcelâl’e verilmezse, belki esbâba isnâd edilse lâzım gelir ki, âlemin pek çok anâsır ve esbâbının, her bir zîhayatın vücûdunda müdâhalesi bulunsun. Halbuki sinek gibi bir küçük mahlûkun vücûdunda, kemâl-i intizâmla, gayet hassâs bir mîzânla ve tamam bir ittifâkla, muhtelif ve birbirine zıd, mübâyin esbâbın ictimâı, o kadar zâhir bir muhâldir ki, sinek kanadı kadar şuûru bulunan, “Bu muhâldir, olamaz” diyecektir. Evet, bir sineğin küçücük cismi, kâinâtın ekser anâsır ve esbâbıyla alâkadârdır. Belki bir hulâsasıdır. Eğer Kudret-i Ezeliye’ye verilmezse, o esbâb-ı maddiye, onun vücûdu yanında bizzât hazır bulunmak lâzımdır. Belki onun küçücük cismine girmek gerektir. SAYFA 138 Belki cisminin küçük bir numûnesi olan gözündeki bir hüceyresine girmeleri îcâb eder. Çünki sebeb maddî ise, müsebbebin yanında ve içinde bulunması lâzım gelir. Şu halde iki sineğin iğne ucu gibi parmakları yerleşmeyen o hüceyrecikte, erkân-ı âlemin ve anâsır ve tabâyiin maddeten içinde bulunup, usta gibi içinde çalıştıklarını kabul etmek lâzım gelir. İşte sofestainin en eblehleri dahi, böyle bir meslekten utanıyorlar. Üçüncü Muhâl: اَلْوَاحِدُ لَا يَصْدُرُ اِلَّا عَنِ الْوَاحِدِ kāide-i mukarreresiyle, “Bir mevcûdun vahdeti varsa, elbette bir vâhidden, bir elden sudûr edebilir.” Hususan o mevcûd, gayet mükemmel bir intizâma ve hassâs bir mîzâna ve câmi‘ bir hayata mazhar ise, bilbedâhe sebeb-i ihtilâf ve keşmekeş olan müteaddid ellerden çıkmadığını, belki gayet Kadîr ve Hakîm olan bir tek elden çıktığını gösterdiği halde; hadsiz, câmid, câhil, mütecâviz, şuûrsuz, karmakarışıklık içinde; kör, sağır esbâb-ı tabîiyenin karmakarışık ellerine; ve hadsiz imkânât yolları içinde ictimâ‘ ve ihtilât ile, o esbâbın körlüğü ve sağırlığı ziyâdeleştiği halde; o muntazam, mevzûn ve vâhid bir mevcûdu onlara isnâd etmek, yüz muhâli birden kabul etmek gibi akıldan uzaktır. Haydi, bu muhâlden kat‘-ı nazar, esbâb-ı maddiyenin te’sîrleri, elbette mübâşeretle ve temasla olur. Halbuki o esbâb-ı tabîiyenin temasları, zîhayat mevcûdların zâhiriyledir. Halbuki görüyoruz ki, o esbâb-ı maddiyenin elleri yetişmediği ve temas etmedikleri o zîhayatın bâtını, on def‘a daha zâhirinden muntazam, daha latîf, san‘atça daha mükemmeldir. Esbâb-ı maddiyenin elleri ve âletleri hiçbir cihetle yerleşemedikleri, belki tam zâhirine de temas edemedikleri küçücük zîhayatlar ve küçücük hayvancıklar, en büyük mahlûklardan san‘atça daha ziyâde acîb, hilkatçe bedî‘ bir surette oldukları halde; o câmid, câhil, kaba, uzak, büyük ve birbirine zıd olan sağır, kör esbâba isnâd etmek, yüz derece kör, bin derece sağır olmakla olur. SAYFA 139 İkinci Mes’ele: تَشَكَّلَ بِنَفْسِه۪ dir. Yani mevcûdât, kendi kendine teşekkül ediyor. İşte bu cümlenin dahi çok muhâlâtı var. Çok cihetle bâtıldır, muhâldir. Numûne için muhâlâtından üç tanesini beyân ederiz. Birincisi: Ey muannid münkir! Senin enâniyetin, seni o kadar ahmaklaştırmış ki, yüz muhâli birden kabul etmeyi hükmediyorsun. Çünki sen mevcûdsun. Ve basit bir madde ve câmid ve tagayyürsüz değilsin. Belki dâimâ teceddüdde olarak, gayet muntazam bir makine; ve dâimâ tahavvülde, hârika bir saray gibisin. Senin vücûdunda her vakit zerreler çalışıyorlar. Senin vücûdun kâinâtla, hususan rızık münâsebetiyle, hususan bekā-yı nev‘ i‘tibâriyle alâkadârdır. Ve alış-verişi vardır. Senin vücûdunda çalışan zerreler, o münâsebâtı bozmamak ve o alâkadârlığı kırmamak için dikkat ediyorlar. Ve öylece ihtiyâtla ayaklarını atıyorlar. Güya bütün kâinâta bakıyorlar, senin münâsebetini kâinâtta görüp, öylece vaz‘iyet alıyorlar. Sen zâhirî ve bâtınî duygularınla, o zerrelerin o hârika vaz‘iyetlerine göre istifâde edersin. Eğer sen vücûdundaki o zerreleri, Kadîr-i Ezelî’nin kanunuyla hareket eden küçük me’murları veya bir ordusu veya kalem-i kaderin uçları; her bir zerre, bir kalem ucu veya kalem-i kudretin noktaları; ve her bir zerre, bir nokta olduğunu kabul etmezsen, o vakit senin vücûdunda çalışan her bir zerreye öyle bir göz lâzım ki, senin mecmû‘-u cesedin her tarafını görmekle beraber, münâsebetdâr olduğun bütün kâinâtı dahi görecek bir göz; ve bütün senin mâzî ve müstakbelin ve nesil ve aslın ve anâsırının menba‘larını ve rızkının ma‘denlerini bilecek, tanıyacak yüz dâhî kadar bir akıl vermek lâzım gelir. Senin gibi böyle mes’elelerde zerre kadar aklı olmayanın bir zerresine bin Eflâtun kadar bir ilim ve şuûr vermek, bin derece dîvânece bir hurâfeciliktir. İkinci Muhâl: Senin vücûdun, bin kubbeli hârika bir saraya benzer ki, her kubbesinde taşlar, direksiz, birbirine baş başa verip, muallakta durdurulmuş. Belki senin vücûdun, bin def‘a böyle bir saraydan daha acîbdir. Çünki o saray-ı vücûdun, dâimâ kemâl-i intizâmla tazelenmektedir. Gayet hârika olan ruh, kalb ve ma‘nevî letâiften kat‘-ı nazar, yalnız cesedindeki her bir a‘zâ, bir kubbeli menzil hükmündedir. Zerreler,

@@abdullaherdogan8962 Değerli dostum herkes rahatça anlayabilsin diye soruyorum, bu malumatları anlaşılabilir bir dile çevirmek çok mu zor? Her tarafta aynı yazı dökümü şekli ve anlatım tarzı, kur'an-ı kerîm'in bile herkesin anlayabileceği mealleri mevcut iken risalelerdeki anlatımları sadeleştirip aktaracak bir babayiğit yok mudur? Allah rızası yahu...

@@ibrahimmelam1472 öncelikle malumat değil Kuran-ı Kerim’in tefsiri hakikatleri kelimeler libas, elbise gibidir manayı yüklenirler Allah’u Tealanin Kelamını da ancak Kuran-ı Kerim harf ve kelimeleri yüklenmiştir başka kelimeler o manayı yüklenemez. Zannettiğin kadar da zor değil biraz dikkat yeterli. Anlayamadığın yeri sorarsan yardımcı olmaya hazırım.

​@@abdullaherdogan8962 İspat, aksi mümkün olmayan şeyde olur. Tamam sana bir soru, Allahu Azimüşşan, Peygamber göndermeyip, tüm kullarını cehenneme atamaz mıydı ve böyle yapsaydı adaletsizlik etmiş olur muydu?

Videonun tamamını bir daha iyice dinleyiniz. ‘’ Benin kafa öyle çalışıyor temel tezimiz ne Tanrı fiziki koşullarda ispatlanabilir mi yada Allah ü Zülcelal’’ Videonun 4,20 de yaratıcının varlığı ispatlanamaz diyor vs Fiziken göster demiyor…. Fiziki koşullarda ispatla diyor. Biz de ispatlanır diyoruz. fiziki koşul dediğin ne işte şu evren sayfasında yazılan kevni ayetler, varlıklar. Ahiretin varlığı da ispatlanır…. Meleklerin varlığı da ispatlanır…. İspatlanamaz diyen felsefeye sapmış olanlar. Kuran - ı Kerim’in Allah kelamı olduğu ispatlanır, Peygamberimizin (SAV) Allah’ ın cc elçisi olduğu ispatlanır. Allahü Teala’nın bizden ne isteği bu iki kaynaktan öğrenilir. Birde Allah ü Teala’ya metafizik varlık demek sıkıntılı bir cümle olmuş tashih etmeni tavsiye ederim ne dersen ne düşünürsen o değildir misli niddi zıddı şebihi yoktur tenzihle anlatırız münezzehtir deriz.

kendini de kaldır at zaten yoksun

@@abdullaherdogan8962 Hangisini kabul etmedin?

@@sametkoc556 hiçbirini çünkü yok demek asıl ispatı gerektirir hatta öyleki tüm kainatı hatta tüm asırları arayıp tarayıp yokluğunu ispat etmen gerekir. Mantık kuralıdır mutlak yokluk ispatlanamaz varlık ise bir delil ispatına yeterlidir. Felsefenin bir gurubu vardırki sofastai derler varlığı/eşya hatta kendilerini de inkar ederek akıldan istifa edip, akıllılık yapmışlardır

Senin varligin ispat edilemez. Belki de botsun ya da yapay zekasin. Gormeden bilemeyiz