Aylar sonra ilk defa okuduğum lisenin önünden geçiyordum. Normalde hiç düşünmezdim ama dedim ki bu sefer gireyim okula, gezeyim bahçesinde... Canımdan çok sevdiğim o sevgilim ile vakit geçirdiğimiz her yeri dolaştım. İşte o an içimde bu şarkı çalmaya başladı... Yağacak bir bulut gibi doluyum, Böyle ağlamaklı oluşum ondan... Şurası göz göze geldiğimiz yer, Şurası söyleşip güldüğümüz yer, Şurası baş başa kaldığımız yer, Buralara sık sık gelişim ondan... Beni yalnız koyup mahzun ellerde, Sen nasılsın acep gurbet ellerde?
Eserin hikayesi: Sadettin Öktenay, Ankara Radyosu'na kanun sanatçısı olarak girmişti. Ancak onun hayali İstanbul'da yaşamaktı. İçinden ne yapıp edip İstanbul'a gideceğini her seferinde kendine tekrarlıyordu. Dokuz yıl geçmiş ve en sonunda o çok istediği İstanbul'a 1969 yılında tayin yaptırmıştı. Artık o çok istediği İstanbul'da yaşamaya başlamıştı. Yaşamında güzel günlerin geldiğini sevdiği kız Şükran hanımla evlenmesiyle devam edeceğini biliyordu. İstanbul bütün güzelliği ile ona kucak açmış, beste üzerine beste yapmasına imkan vermişçesine onu duygusal olarak besliyordu. O çok sevdiği İstanbul'da yine çok sevdiği eşinden üç çocuğu olmuştu. Artık İstanbul onun vazgeçilmezi olmuş, her köşesinde eşi ve çocuklarıyla anıları birikmeye başlamıştı. Ailesine çok düşkün olmasından dolayı çalışmalarının dışında tüm zamanını ailesiyle geçiriyordu. Zaman akıp geçmiş, çocukları büyümüştü. Takvimler 1988 yılının Haziran ayının son gününü gösteriyordu. Bir gün sonra ailece tatile çıkacaklardı. Bütün bavullar hazırlanmıştı. O akşam herkes evde olacak ve sabah erkenden arabayla yola çıkılacak şekilde plan yapılmıştı. Herkes evde toplanmış, ortanca oğlunun eve gelmesi bekleniyordu. Evde bir telaş almış başını gidiyordu. Kapının zili çaldı. Üstat: "Hanım kapıyı aç, oğlum gelmiştir." "Tamam, siz bavulu kapatmaya çalışın." "Tamam tamam, sen merak etme. Sen kapıyı aç." Aradan beş dakika geçmişti ki eşinin çığlığı bir hançerin insana saplanması gibi eve saplanmıştı. Koşarak kapıya gitti. Kapıda iki polis duruyor, eşi ise yerde boylu boyunca yatıyordu. Bir bayan polis de eşine müdahale etmek için ona doğru eğilmişti. Üstat olduğu yerde kaldı, midesine bir ağrı saplanmıştı. "Ne oldu, ne oldu; eşim niye yerde?" Polislerden biri: "Efendim lütfen sakin olun! İyi görünmüyorsunuz!" deyip içeri girdi. Düşmek üzere olan üstadın koluna girdi ve onu koltuğa oturttu. Artık ev halkı kapıda toplanmış, şaşkın yüz ifadeleriyle üç polise bakıyordu. Polisin biri ağzından bolca çıkardığı 'eee' harfinden sonra kendini toparladı. "Efendim üç saat önce bir trafik kazası oldu ve ne yazık ki oğlunuz o kazada hayatını kaybetti. Biz onun haberini vermek için geldik. İnanın çok üzgünüz. Bu haber için beni bağışlayın!" deyince ayakta olanlar da oldukları yere istemsiz bir şekilde çöktüler. Artık evi bir sessizlik çığlığı kaplamıştı. Polisler izin isteyerek ayrıldılar. Kara haber kısa sürede herkese ulaşmış ve ev arkadaşlarıyla dolup taşmıştı. Ertesi gün tüm aile dostlarıyla oğlunu defnetmiş ve aradan bir ay geçmesine rağmen üstat kendini bir türlü toparlayamamıştı. Karnına giren ağrı artık ara ara göğsüne de saplanıyordu. Dostlarının doktora gitme ısrarını nazik bir dille reddediyor, "Geçer, geçer!" diyordu. Aradan iki ay geçmişti. Söz yazarı arkadaşı Yahya Benekay yanına gelmişti. Oğlunun ölümünden sonra sıkça yanına uğramış ve onu mümkün olduğunca konuşturmuş ve rahatlamasını sağlamıştı. "Yahya Bey yine geldin; çok teşekkür ederim. Seninle sohbet beni hep rahatlatmıştır." "Tabii geleceğim dostum. Sen benim en iyi arkadaşımsın. Senin oğlun benim yeğenimdir. Bunu biliyorsun." "Biliyorum dostum biliyorum. Sağolasın, tekrar teşekkür ederim." "Üstat, sana bir şey getirdim ve bunun için çalışacağına bana söz verirsen onu sana vereceğim!" "Yahya Bey, benim çalışacak mecalim kalmadı; lütfen beni affet!" "Ama bu benim yeğenimin isteği!" "Hangi yeğeninin?" "Ölen yeğenimin!"Üstadın birden gözleri faltaşı gibi açıldı. "Verir misin lütfen?" Cebinden çıkardığı kağıdı ona uzattı. "Bunu ben yazdım; ama kadere bak ki sen yaşadın. Bu yaşadıklarının anlatımıdır. Bunu oğlun için bestelemelisin." Üstat artık gözyaşlarını tutamıyor, bir taraftan da titreyen elleriyle katlanmış kağıdı açmaya çalışıyordu. Açtığı kağıdı ağlayarak okumaya başladı. Günlerdir içime çöktü ayrılık Böyle boynu bükük duruşum ondan Yağacak bir bulut gibi doluyum Böyle ağlamaklı oluşum ondan Şurası göz göze geldiğimiz yer Şurası söyleşip güldüğümüz yer Şurası baş başa kaldığımız yer Buralara sık sık gelişim ondan Beni yalnız koyup mahzun hallerde Sen nasılsın acep gurbet ellerde Geleceksin diye gözüm yollarda Uzaklara böyle dalışım ondan Okumayı bitirdiğinde Yahya Benekay ayağa kalktı ve yandaki odaya doğru yürüdü. Döndüğünde üstadın kanunu elinde olarak geri geldi ve üstada uzattı. "Haydi, bunu yeğenim için bestele!" dedi. Oğlunun ölümüne çok üzülen Sadettin Öktenay bu acıyı içinden atamadı, hatta hepimizin aşk şarkısı olduğunu bildiğimiz nihavent makamındaki bu şarkısını onun için besteledi; fakat bu acıya fazla dayanamadı. Oğlunun ölümünden bir yıl sonra 15 Mart 1989 tarihinde İstanbul'da hayatını kaybetti. Mekanın cennet olsun üstat! Işıklar içinde uyu!