Çok güzel bir iş çıkarmışlar... KurtalanEkspres'in salona girişi 1:10 Şarkı başlama zamanı 4:10 28 Ekim 1982 - Bio's Bahnhof (Bio's station) was a music talk show presented by Alfred Biolek on German television from 1978 to 1982.
Vokalde Barış Manço, elektrikgitarda Bahadır Akkuzu, klavyede Kılıç Danışman, bas gitarda Ahmet Güvenç, üflemeli sazlarda Oktay Aldoğan ve Serdar Ertürk, vurmalı sazlarda Caner Bora ve Celal Güven.
İstanbul - Rus sınırına kadar giden Kurtalan Ekspres'ten ismini aldı diyor. Bunu canlandırmak, bu atmosferi yaratmak için bizde vagonları hazırladık diyor. Kadirşinas insanlardı eski insanlar. Saygı ve değer görmek her yerde ne kadar güzel bir duygu olmalı. Allah rahmet eylesin Kurtalan Eskspres'ten hayatını kaybedenlere. Kalanlara uzun sağlıklı ömürler versin. Amin.
Bu programı ben Almanya,da seyretmiştim Alfred Biolek '' Bio's Bahnhof Show'' İlk defa bir Türk sanatçı Alman programına gelmişti, Barış manço buraya gelmeden evvel İngiltere,nin baş şehri Londra,ya gider arkadaşları ile bir semt pazarına uğrar orada yaşlı bir karı koca pazarcıdan yarım kilo mürdüm eriği alır çıkarıp parasını vermek ister adam almaz '' Sen 5 kuruşsuz Hippisin der kalsın benden ye der ''Barış Manço adamın adresini öğrenir Türkiyeye gelir adama ve karısına uçak bileti Tüürkiyede tatil için davetiye gönderir karı koca şok halinde uçağa biner Türkiyeye gelirler hava alanında iki inglizi Mançonun adamları karşılar Rolls Royce ile Hilton otelinde Barış Manço ile buluştururlar yaşlı karı koca donar fakir sandıkları adamın ülkesinde rüya gibi bir tatil yaşarlar...
@@kerametullahergun67 ozaman alanyada homosexuel lik cezalandiriliyordu, genel halk bile bilmiyorduki.. Almanlarin ünlü inge meisel oyunculari vardi, onnda lezbiyen oldugunu ögrenince halk bir soka girmisdi..
Gerzek, Almanya seni hal hal ile kıskanmaz. Ne zaman almanyaya veya almanyanın teknoloji sattığı ülkelere siha, togg, Kaan, tcg Anadolu satarsan o zaman kıskanır. Ayrıca türkler her zaman sanatta dünyanın geri kalanından bir adım ilerdeydi ve hala ileride. Dünyanın en büyük sentez kültürü türklerdedir. İslamiyet öncesi Türk ve moğul kültürü, Arap kültürü, fars kültürü, yunan kültürü, balkan ve Kafkas kültürü Türk kültüründe mevcuttur. Yani böylelikle çok yönlü bir sanat kültürü ortaya çıkarmışız.
Kaba ve ireti edici Almanca haricinde Barış ağbi ve Kurtalan Ekspres muhteşem.Sizi çok seviyorum.Şarkılarınla büyüdüm,45 yaşındayım hala zevkle dinliyorum.Işıklar içinde uyu,Anadolu Rock müziğinin ölümsüz,efsane adamı Barış ağbi.
Sen 20 yılda 50 yıl geriye gitmişsin haberin yok senin neyle neyi kıyas yapıyorsun 70 lerde müzik sanat kültürde uçuyorsak 2002 ye kadar dünya lideri olurduk 😂😂
Canli gördügümde 14 yasindaydim. vaybee. Bio zaten süperidi. Kimi getirmediki. Baris abimizi o zaman almanya televizionunda görmek inanilmaz ve fevkalde idi. her zamanki gibi performance süper. Hayran kaldilar. - evet Orkestra gercekten süperrrrrrr. Long live Kurtalan Express!! - pir rind bûye, biji kurtalan express.
Cennet en güzel yeri senin olsun 🙏 seni her dinledgimizde bir buruk luk bir hüzün bir tebbesum Hissediyorum bazen eken gittiğine üzülüyorum bazen seviniyorum çünkü şu yaşadığımız duygusuz merhametsiz zaman seni bizden alırdı zaten nuricinde uyu güzel insan 🙏😔♥️♥️
Ülkenin her kesiminin sevdiği tek insan. Bak tek diyorum çünkü Atatürk ü bile seven var sevmeyen var amma Barış Manço herkes tarafından sevilen sayılan tek insan..
Cocukdum, bioleks bahnhof programina barismanconun ozamanlardaki funk uhr mucbuasinda okumusduk, o geceyi ailecek iple cekmisdik ailecek alfred biolek sayesinde rahmetli baris manco yu yani alman tv sinde türkce sarki dinlemenin keyfini yasamisdik.. Ozamanlar da aksamlari saat 21:20 de 20dakikaligina köln radiosu türkce haber yapardi birde ikinci pazarda yerel kanal hr3 de türkiyeden mektub var programlarini kacirmazdik..
BARIŞ MANÇO abimiz çocuklara ağız dolusu gülmeyi gençlerimize adam gibi sevmeyi yaşlılarımıza yaşama bağlılığı öğretti 7den 77ye gönlümüzde taht kurdu her evin agabeyisi kardeşi bireyi oldu aileye yönelik programları oldu japonlara TÜRK bayrağı sallattirdi japon halkı Türkçe şarkılar söyledi KÜLTÜR ELÇİSİ ASFALT OZANI BARIŞ MANÇO
Allah Nur içinde yatsın ,Rabbimizin Rahmetine kavuşsun Barış Ağabeyimiz. Dünyanın bir çok ülkesinde tanınmış ve sevilmiş, Japonya konser verdikten sonunda öyle hayran kalmışlardı. Bir Alanların mahrum kaldıklarını sanıyordum. Biolek hatasız "Kurtalan Ekspres" söyleyebilmek için eğitim almış ve kendisinden çok gurur duyduğunu belli ediyor (Sayın kaç defa diyor). Barış Ağabeyimiz ,İngilizce ve Fransızca haricinde başka yabancı dilde türkü söylemek niyetine var mı sorusunun ardından sonra Biolek in eğer almanca türkü yapıp söylersen ,seni yeni Şovuna davet edeceğim teklifine hem de almanca olarak verdiği cevap lan Adamı mars eder.
Gute Mucke aus der Türkei ,sagen manche Deutsche Kollegen von mir. Für mich ist das nicht was erstaunliches ,sind vorbelastet mit dem Bild des Türken der nur auf Arabeske steht.
@@AliAli-jf8ok 😂👍👌🌹Evet ben de katılıyorum.! Adamın (Yorumu yazan Apfel Baum'un) TÜRKÇESİ GERÇEKTEN DE TAM bir FACİA, TAM BİR FELAKET.! (HATTA FELAKETTEN BİLE DAHA FELAKET), BERBAT ÖTESİ.!!! AMA HAKİKATEN DE TÜRKÇEYİ KATLETMİŞ, PER-PERİŞAN ETMİŞ.! Kesinlikle haklısın dostum, bunun ACİLEN bir TÜRKÇE KURSUNA / DİL OKULUNA FALAN KESİNLİKLE GİTMESİ LAZIM.! YOKSA KİMSE NE DEDİĞİNİ ANLAYAMAYACAK, BİR TERCÜMAN / ÇEVİRİYE YARDIMA BİRİNİ ÇAĞIRACAK... Belki bu adam yabancı falan olmasın.??? Yada belki de bizim Tv'lerde eskiden Bosch mu, Siemens mi neydi o beyaz eşya reklamlarında çıkan, kötü Türkçe ile konuşan "BEN ALMAN EMRE, KALİTE KONTROL BENDE" diyen Alman Emre'dir bu.??? Orada doğip büyüyüp, dilini kültürünü unutup artık Almanlaşanlardandır ??? Yarıldım gülmekten.! Hay çok yaşa dostum he mi... 💙😁😆😂😂🤣🤣🤣👋👋👋👋👋🌹💐
Ne güzel şey, ardından, bir tek kelime olumsuz laf ettirmemek😢, kaç tane var ki Barış Manço'nun ve ekibinin aynı izlenimini bırakabilecek; insan ve kitlesi. Bütün güzel camlarla birlikte Allah rahmet eylesin.
Aslan Ali Bir zamanlarda Beşparmak dağlarını çevreleyen oldukca büyük bir orman vardı. Bu orman çeşit çeşit, türlü türlü ağaçlarla doluydu. Elma, armut, zeytin, harnup, ağaçlarının yanı sıra eşi benzeri başka yerde görülmeyen bir de meyve ağacı vardı ki bu ağacın her yeri kırmızıydı. Kırmızı yapraklı, kırmızı gövdeli ağacın aden yemişi denen kırmızı yumuşak tatlı mı tatlı meyveleri vardı. Bu ormanın derhal kıyısında da bir krallık vardı. Fakat halk bu bereketli güzel ormana senelerdir girmekten korkuyordu. Orman yerine, sahile doğru inerek gereksinimlerini oradaki ağaçlardan karşılıyorlardı. Ama ne yazık ki o görkemli aden yemişi sahilde bulunmuyordu. Gel vakit git vakit kralın genç ve yürekli oğlu on yedi yaşına geldi. Halk içinde gezmekten oldukca hoşlanıyordu. Bir gün bu görkemli ormana girmek ve av avlamak istedi. Fakat muhafızı olan yaşlı erkek ona bunun oldukca tehlikeli olduğu, bundan dolayı kekliği, tavşanı, mufl onu bolca olan bu dağ ormanında yırtıcı köpeklerin yaşadığını; ek olarak aslan benzer biçimde kükreyen fakat kimse tarafınca hemen hemen görülmemiş olan bir yaratıktan laf edildiğini ve senelerdir bu ormana cesaretlenip giren yiğit ve nişancı gençlerin geri gelmediğini anlattı. O gün bunların doğru olup olmadığını gidip kral babasına sordu. Aldığı yanıt anlatılanların doğru olduğuydu. Bunun üstüne çocukluk arkadaşı olan saray muhafızının oğlu ve birkaç adamı ile o ormana girerek, bu tehlikeli yırtıcı köpeklerle birlikte aslan benzer biçimde kükreyen yaratığı öldürmek istediğini babasına söyleyerek ondan izin istedi. Kral babası ilkin izin vermek istemedi. Oğlunun ısrarları üstüne istemeyerek evet demek mecburiyetinde kaldı. Ertesi gün en iyi oklarını, yaylarını, kılıçlarını kuşanan prens ve arkadaşları sabahın ilk saatlerinde ormana girdiler. Ormanın güzelliğinin yanında garip bir sessizlik hakim sürüyordu. Bu sessizlik onları tedirgin etmişti. Sık yüce çam ağaçlarının gün ışığını geçirmeyen karanlığında ilerledikçe etrafl arında dolaşan birtakım ayak seslerini duymaya başladılar. Görmedikleri bu ayak seslerinin sahiplerini merak ve vehamet ile öğrenmeye çalışırken hırlamalar başladı. Bunlar köpeklerdi ve rakamları oldukça fazlaydı. Birbirine sırtını veren dostlar daralan hırlama seslerinin içinde ellerinde kılıçları ile çaresizce beklerlerken bir kükreme ormanı çınlattı. Hırlamalar kesilir benzer biçimde oldu fakat peşinden hırlayan onlarca köpek üstlerine saldırdı. Korkunç ve dengesiz bir kavga başladı. Arkadaşları ile ayrı düşen prens ayağından kapan bir köpekle boğuşurken öteki köpek ensesine atıldı. Aynı anda o kükremeyle beraber ensesindeki köpeğin çığlığı ortalığı karıştırdı. İri yarı, saçı sakalına karışmış, tavşan kürklerinden yapılma garip elbiseli bir erkek köpekle boğuşuyordu. Bu boğuşma oldukca kısa sürdü. Boğazı sıkılan köpek ölmüştü. Bu kükreyiş ve feryat öteki köpekleri aniden kaçırdı. Prens ve iri yarı erkek yüz yüze durdular. Prens yaşamını kurtaran bu yırtıcı görünüşlü erkeğin karşında ne yapması icap ettiğini kestiremedi. Arkadaşlarına yönelince yırtıcı erkek ormanın karanlığına daldı. Prens peşinden bağırdı. Ama o kaçmayı sürdürdü. Arkadaşlarının durumunu test ederek onları geri gönderdi. Hızla erkeğin gittiği yöne doğru yürüdü. Akşamüstü olmuştu. Akşamın alacalığında orman bir o denli daha karardı. Prens hem acıkmış aynı zamanda üşüyordu. “Bir ateş yakıp geceyi geçirmeliyim” diye düşünerek etraftan topladığı çalı çırpıyı bir stok yaptı. Fakat içerisindeki izleniyor duygusu gittikçe artıyordu. İşittiği birtakım sesler onu iyice korkuttu. Ateşi yakmaya çalışırken: -Hayır, diye haykırdı. Dönüp baktı. Bu o adamdı. -Benimle gel, dedi. Bir saatlik sessiz yürüyüşten sonrasında Beşparmakların altındaki bir mağaraya vardılar. İçinde büyük bir ateş yanıyordu. Ateşin üstünde nar benzer biçimde kızarmış bir tavşan dönüyordu. -Al ye, dedi erkek. Prens sükunet içinde yemeğini yedi, toprak testiden buz benzer biçimde suyunu içti. Adam onu sükunet içinde izliyordu. Bir vakit uzun uzun bakıştılar. -Benim peşime niye düştün, dedi erkek. -Seni bulmalıydım. İnsanlarımın bu ormanların nimetlerinden yararlanması gerekliydi. Bu yüzden bu korku her neyse onunla baş etmeliyim. Ama ne garip! O korku sandığım şahıs hayatımı kurtardı. -Sen kimsin ve burada ne arıyorsun? diye sordu. -Benim adım Ali, dedi ve yavaşça anlattı. Benim babam bu ormanı oldukca seviyordu. Taa çocukluğumdan beri hep burada yaşadım. Ama bir gün kral baban bu ormanın ağaçlarını vapur yapmak için kesmeye başlayınca burayı korumak için senelerdir köpeklerimle ormanın bekçiliğini yapmaya başladım. Çünkü babam da kralın adamlarına karşı geldiği için öldürülmüştü. Prens oldukca üzülmüştü ve bu erkeğe karşı duyduğu minnet saygıya dönüşmüştü. -Peki, dedi prens. Gel artık benimle beraber kaleye gidelim ve kral babamla konuşalım. Ben hatta benim çocuklarım, ailesiyle beraberk vereceğimiz yeminle bu ormandan sadece ağacın kesilmesini bile yasaklayalım. İnsanlarımız bu güzel ormanın yemişinden, avından yararlansınlar. Ertesi gün sabah sabah yola koyuldular. Akşama doğru kaleye geldiklerinde büyük bir sevinç yaşandı. Kral oğlunu yitirme korkusunun acısı ile kıvranırken onu yırtıcı kıyafetli bir insanla karşısında görür görmez oldukca sevindi. -Ah oğlum seni oldukca merak ettim. Bu erkek kim? -Bu Ali babacığım. Yani Aslan Ali. Bu ormanın bekçisi. Prens babasına olanları özetlemek gerekirse anlattı. Kral hem oldukca üzüldü, aynı zamanda sevindi. Özrümü kabul et Aslan Ali. Çünkü senin yaptığın iyiliği hiç unutmayacağım. Genç bir kralken bu ormanın nimetlerini düşünmeden o yanlış sonucu vermiştim. Ama laf, tekrar kimse o ormandan sadece ağaç kesemeyecek, dedi. Aslan Ali’nin gücü kuvveti ve icra ettikleri tüm ülkeye yayıldı. Artık insanoğlu o güzel ormana gidip istedikleri benzer biçimde avlanıp yemişlerini toplamaya başladılar. Fakat bu ormandaki yüce ağaçlarda komşu krallığın da gözü vardı. Artık ormanın tehlikesi ve efsanesi bitmişti. Prens, kardeş duyuru etmiş olduğu Aslan Ali’yle her gün ormana gidiyordu. Halk onları oldukca sevmişti. Bir gün babası ona misafi rleri olduğunu söyledi. O gün komşu kral oğlu ve kızı ile onları ziyarete gelmişti. Prens genç prensesi oldukca beğendi. Ona aşık oldu. Bunu babasına söyleyerek prenses le evlenmek istediğini söyledi. Komşu kral ancak büyük ormanın yarısına mukabil kızının evlenmesine izin verebileceğini söyledi. Aşkının verdiği duyguyla öne sürüleni kabul etti. Ormanın denize bakan tarafını kendine bıraktı, içe bakan kısmını komşu krala verdi. Muhteşem bir düğünle evlenen prens sevinç içindeyken Aslan Ali acı çekiyordu. Olacakları biliyordu. Çok kısa bir vakit sonrasında ilk balta ormana girdi. O gün Aslan Ali prensin karşısına dikildi. -Bana laf vermiştin, dedi özetlemek gerekirse. Prens sadece: -Mecburdum, bundan dolayı seviyordum diyebildi. Aslan Ali oldukca kızdı fakat prens onun kardeşiydi. Ona yalvardı. -Ne olur bari ağaçları kesmesinler, dedi. -Karışamam, dedi prens. Çünkü ben orayı karımın babasına verdim. Ona bunu yapmamasını söyleyemem, dedi. -O vakit ben söylerim diyerek yerinden kalktı Aslan Ali. Prensin adamı kolundan tuttu. -O vakit karşında beni bulursun, dedi. Aslan Ali yıkılmıştı. Sessizce çıktı ve dağın tepesine kadar yürüdü. Dağın oraya bakan kısmında doğranan ağaçların çığlıklarını duyar gibiydi. Balta darbeleri kendi vücuduna vuruluyormuş benzer biçimde acı çekiyordu. Yüzünü denize döndü. Yemyeşil orman dağın yamacından deniz kenarına kadar uzanıyordu. Kollarını iki yana açan dev cüsseli erkek: Sana geliyorum, dedi sükunet içinde ve son defa kükredi. Sesi ormanda çınlarken kendini boşluğa bıraktı.
Anıtkabir'in iplerini artık kendimiz yapıyoruz diye gazete manşetleri varken Barış Manço dünyaya tertemiz Türkiye imajını ihracat ediyordu. Mekanın cennet olsun inşallah büyük usta
Viendo por primera vez desde España. Me lo pasó un amigo de Turquía 🇹🇷 ❤ Una voz espectacular, y es muy interesante escuchar rock mezclado con sonidos orientales. ❤
Sunucu tam bir burnu havada eski alman, Barış Manço kim uluslararası bir kariyer yapmak istemez ki diyor, sunucunun cevabı “hiç alışık olmadığımız avrupai bir düşünce tarzı”.
Aslan Ali Bir zamanlarda Beşparmak dağlarını çevreleyen çok büyük bir orman vardı. Bu orman çeşit çeşit, türlü türlü ağaçlarla doluydu. Elma, armut, zeytin, harnup, ağaçlarının yanı sıra eşi benzeri başka yerde görülmeyen bir de meyve ağacı vardı ki bu ağacın her yeri kırmızıydı. Kırmızı yapraklı, kırmızı gövdeli ağacın cennet yemişi denen kırmızı yumuşak tatlı mı tatlı meyveleri vardı. Bu ormanın hemen kıyısında da bir krallık vardı. Fakat halk bu verimli güzel ormana yıllardır girmekten korkuyordu. Orman yerine, sahile doğru inerek ihtiyaçlarını oradaki ağaçlardan karşılıyorlardı. Ama ne yazık ki o muhteşem cennet yemişi sahilde bulunmuyordu. Gel zaman git zaman kralın genç ve cesur oğlu on yedi yaşına geldi. Halk arasında gezmekten çok hoşlanıyordu. Bir gün bu muhteşem ormana girmek ve av avlamak istedi. Fakat muhafızı olan yaşlı adam ona bunun çok tehlikeli olduğu, çünkü kekliği, tavşanı, mufl onu bol olan bu dağ ormanında vahşi köpeklerin yaşadığını; ayrıca aslan gibi kükreyen ama kimse tarafından henüz görülmemiş olan bir yaratıktan söz edildiğini ve yıllardır bu ormana cesaretlenip giren yiğit ve nişancı gençlerin geri gelmediğini anlattı. O gün bunların doğru olup olmadığını gidip kral babasına sordu. Aldığı cevap anlatılanların doğru olduğuydu. Bunun üzerine çocukluk arkadaşı olan saray muhafızının oğlu ve birkaç adamı ile o ormana girerek, bu tehlikeli vahşi köpeklerle beraber aslan gibi kükreyen yaratığı öldürmek istediğini babasına söyleyerek ondan izin istedi. Kral babası önce izin vermek istemedi. Oğlunun ısrarları üzerine istemeyerek evet demek mecburiyetinde kaldı. Ertesi gün en iyi oklarını, yaylarını, kılıçlarını kuşanan prens ve arkadaşları sabahın ilk saatlerinde ormana girdiler. Ormanın güzelliğinin yanında tuhaf bir sessizlik hakim sürüyordu. Bu sessizlik onları tedirgin etmişti. Sık ulu çam ağaçlarının gün ışığını geçirmeyen karanlığında ilerledikçe etrafl arında dolaşan bazı ayak seslerini duymaya başladılar. Görmedikleri bu ayak seslerinin sahiplerini merak ve korku ile öğrenmeye çalışırken hırlamalar başladı. Bunlar köpeklerdi ve sayıları oldukça fazlaydı. Birbirine sırtını veren arkadaşlar daralan hırlama seslerinin arasında ellerinde kılıçları ile çaresizce beklerlerken bir kükreme ormanı çınlattı. Hırlamalar kesilir gibi oldu ama ardından hırlayan onlarca köpek üzerlerine saldırdı. Korkunç ve dengesiz bir kavga başladı. Arkadaşları ile ayrı düşen prens ayağından kapan bir köpekle boğuşurken diğer köpek ensesine atıldı. Aynı anda o kükremeyle birlikte ensesindeki köpeğin çığlığı ortalığı karıştırdı. İri yarı, saçı sakalına karışmış, tavşan kürklerinden yapılmış tuhaf elbiseli bir adam köpekle boğuşuyordu. Bu boğuşma çok kısa sürdü. Boğazı sıkılan köpek ölmüştü. Bu kükreyiş ve çığlık diğer köpekleri bir anda kaçırdı. Prens ve iri yarı adam karşı karşıya durdular. Prens hayatını kurtaran bu vahşi görünüşlü adamın karşında ne yapması gerektiğini kestiremedi. Arkadaşlarına yönelince vahşi adam ormanın karanlığına daldı. Prens arkasından bağırdı. Ama o kaçmayı sürdürdü. Arkadaşlarının durumunu kontrol ederek onları geri gönderdi. Hızla adamın gittiği yöne doğru yürüdü. Akşamüstü olmuştu. Akşamın alacalığında orman bir o kadar daha karardı. Prens hem acıkmış hem de üşüyordu. “Bir ateş yakıp geceyi geçirmeliyim” diye düşünerek etraftan topladığı çalı çırpıyı bir yığın yaptı. Fakat içindeki izleniyor duygusu gittikçe artıyordu. İşittiği bazı sesler onu iyice korkuttu. Ateşi yakmaya çalışırken: -Hayır, diye haykırdı. Dönüp baktı. Bu o adamdı. -Benimle gel, dedi. Bir saatlik sessiz yürüyüşten sonra Beşparmakların altındaki bir mağaraya vardılar. İçinde büyük bir ateş yanıyordu. Ateşin üzerinde nar gibi kızarmış bir tavşan dönüyordu. -Al ye, dedi adam. Prens sessizce yemeğini yedi, toprak testiden buz gibi suyunu içti. Adam onu sessizce izliyordu. Bir süre uzun uzun bakıştılar. -Benim peşime niye düştün, dedi adam. -Seni bulmalıydım. İnsanlarımın bu ormanların nimetlerinden yararlanması gerekliydi. Bu yüzden bu tehlike neyse onunla baş etmeliyim. Ama ne garip! O tehlike sandığım kişi hayatımı kurtardı. -Sen kimsin ve burada ne arıyorsun? diye sordu. -Benim adım Ali, dedi ve yavaşça anlattı. Benim babam bu ormanı çok seviyordu. Taa çocukluğumdan beri hep burada yaşadım. Ama bir gün kral baban bu ormanın ağaçlarını gemi yapmak için kesmeye başlayınca burayı korumak için yıllardır köpeklerimle ormanın bekçiliğini yapmaya başladım. Çünkü babam da kralın adamlarına karşı geldiği için öldürülmüştü. Prens çok üzülmüştü ve bu adama karşı duyduğu minnet saygıya dönüşmüştü. -Peki, dedi prens. Gel artık benimle birlikte kaleye gidelim ve kral babamla konuşalım. Ben hatta benim çocuklarım, ailece vereceğimiz yeminle bu ormandan bir tek ağacın kesilmesini bile yasaklayalım. İnsanlarımız bu güzel ormanın yemişinden, avından yararlansınlar. Ertesi gün sabah sabah yola koyuldular. Akşama doğru kaleye geldiklerinde büyük bir sevinç yaşandı. Kral oğlunu kaybetme korkusunun acısı ile kıvranırken onu vahşi kıyafetli bir adamla karşısında görünce çok sevindi. -Ah oğlum seni çok merak ettim. Bu adam kim? -Bu Ali babacığım. Yani Aslan Ali. Bu ormanın bekçisi. Prens babasına olanları kısaca anlattı. Kral hem çok üzüldü, hem de sevindi. Özrümü kabul et Aslan Ali. Çünkü senin yaptığın iyiliği asla unutmayacağım. Genç bir kralken bu ormanın nimetlerini düşünmeden o yanlış kararı vermiştim. Ama söz, bir daha kimse o ormandan bir tek ağaç kesemeyecek, dedi. Aslan Ali’nin gücü kuvveti ve yaptıkları tüm ülkeye yayıldı. Artık insanlar o güzel ormana gidip istedikleri gibi avlanıp yemişlerini toplamaya başladılar. Fakat bu ormandaki ulu ağaçlarda komşu krallığın da gözü vardı. Artık ormanın tehlikesi ve efsanesi bitmişti. Prens, kardeş ilan ettiği Aslan Ali’yle her gün ormana gidiyordu. Halk onları çok sevmişti. Bir gün babası ona misafi rleri olduğunu söyledi. O gün komşu kral oğlu ve kızı ile onları ziyarete gelmişti. Prens genç prensesi çok beğendi. Ona aşık oldu. Bunu babasına söyleyerek prenses le evlenmek istediğini söyledi. Komşu kral ancak büyük ormanın yarısına karşılık kızının evlenmesine izin verebileceğini söyledi. Aşkının verdiği duyguyla öne sürüleni kabul etti. Ormanın denize bakan tarafını kendine bıraktı, içe bakan kısmını komşu krala verdi. Muhteşem bir düğünle evlenen prens neşe içindeyken Aslan Ali acı çekiyordu. Olacakları biliyordu. Çok kısa bir zaman sonra ilk balta ormana girdi. O gün Aslan Ali prensin karşısına dikildi. -Bana söz vermiştin, dedi kısaca. Prens sadece: -Mecburdum, çünkü seviyordum diyebildi. Aslan Ali çok kızdı ama prens onun kardeşiydi. Ona yalvardı. -Ne olur hiç olmazsa ağaçları kesmesinler, dedi. -Karışamam, dedi prens. Çünkü ben orayı karımın babasına verdim. Ona bunu yapmamasını söyleyemem, dedi. -O zaman ben söylerim diyerek yerinden kalktı Aslan Ali. Prensin adamı kolundan tuttu. -O zaman karşında beni bulursun, dedi. Aslan Ali yıkılmıştı. Sessizce çıktı ve dağın tepesine kadar yürüdü. Dağın oraya bakan kısmında kesilen ağaçların çığlıklarını duyar gibiydi. Balta darbeleri kendi vücuduna vuruluyormuş gibi acı çekiyordu. Yüzünü denize döndü. Yemyeşil orman dağın yamacından deniz kenarına kadar uzanıyordu. Kollarını iki yana açan dev cüsseli adam: Sana geliyorum, dedi sessizce ve son kez kükredi. Sesi ormanda çınlarken kendini boşluğa bıraktı.