Başın döner, Gözlerin kararır, Ve bilincini yitirirsin. Sonrası sonsuz karanlık.. İşler bir kere kötüye gitmeye başladımmı durduramazsın. Ardı arkası kesilmez. Dibe battıkça batarsın. Bir noktadan sonra her şeyin normale dönmesi için değil de, işlerin bundan daha kötüye gitmemesi için dua edersin. Bir çare, bir çıkış yolu ararsın kendine.. Ama tüm bu aramalar boşunadır. Ne sesini duyan biri vardır etrafında, Ne de çaresizliğini gören. Tek başınasındır bu hayatta.. Aldığın hiç bir karar tatmin etmez. Seçtiğin tüm yollar çıkmaz sokaklara götürür seni. Hikayenin bittiğini düşünürsün. Sonra nefes aldığını farkedersin. Ve aldığın her nefes, seni hayatta tutacak bir umuda dönüşür.. Her kaybedişte yeniden başlarsın. Daha da güçlenerek başlarsın. Ve daha da hızlanarak dibe batarsın.. En dibe batarsın. Başın döner, Gözlerin kararır, Ve bilincini yitirirsin. Sonrası sonsuz karanlık..
Her insan hayatının mutlaka bir döneminde bu dizeleri iliklerine kadar yaşayacaktır ve anlayacaktır kelimelerin ne anlattığını bu dizelerde yazılanları yaşarken.
“Ya şey ben şey için aramıştım. Aslında çok önemli bi'şey yok öyle bi’ problem bi’ sıkıntı yok da biraz sessiz yani fazla sessiz burası. Sanki fırtına kopacakmış da öncesi gibi sessiz yani.” o fırtına çoktan koptu dağıldık be abi..
Büşra Karagöz her seferinde iyi bir hayatım var mı? Ya da ben mi çok şey istiyorum diye kendimi sorguluyorum. Şükürsüzlük mü? Hayır değil. Ben sadece yaşamak istiyorum...
Bu dizi bu müzik hayatın ta kendisini anlatıyor.İşler ne kadar iyi giderse gitsin,ne kadar mutlu olursan ol sonunda o mutluluğun yarım kalacağını bilmek bile mutluluğa engel @t zaman bu sahneyi açsam yarım kalan mutluluğun verdiği hüznü yaşıyorum.
hangi birine yanalım? gidenlerin gelmeyecek olmasına mı? gelseler bile tekrar gideklerine mi? gittikten sonra tekrar dibe vuruşumuza mı? hangisine yanalım bi deyin
Ayşegül Aydın ortaya karışık yan...hayatına .hesapsızca girişlerine yanmakla başla mesela sonra tam yanımda olduğunu sanınca gitmelerine .saçma sapan şeylere giden umutlarına bsklemene emeğine yan mesela ..sonra tut o içindeki umudu kalan safi nefrete yan sonra tut sevmeye çıkıp nefrete sapan yola yan.çıkmayan sokaklarına yan..çıkmazlarına yan sonra beraber uyunulacak uykuların uyksuzluğa terk ettiği gecelerine yan .yana yana bitecek bu alev yan yanöazsan bitmeyecek bu acı acıt iyice çünkü acılar bastırdıkça çoğalır kanattıkça kaybolur..
2030 ha demek o zamana kadar hayatına kimler girer kimler siker atar umutlarını kimler öldürür duygularını kim bilir.... gelecekte en az geçmiş kadar öldürür insanı.. kaybeden insanı
şu şiir aslen insanı bunalıma sürüklemeyi iyi bir niyetle yapmış nadide bir şiirdir. en azından benim için. ayaklarının altında bir zemin hissedene kadar dibe batmak; sonra yüzeye doğru dipten aldığın kuvvetle sıçramak. işte her şey orada başlar. umudun şiiridir derinlik sarhoşluğu; en azından benim için :)
eskisi gibi değil hiçbir şey, tek istediğim eskisi gibi umutla bağlanmak şu hayata, mutlu olabilmek azıcık, ordan oraya savrulmadan bir şeylerle uğraşabilmek, o kadar çok kaybettim ki, o kadar çok aldın ki benden toprak, hayatın içinde üzerime düşen görevleri yapıyorum sadece. kahkahalar hep eskide kaldı, lise yıllarımda kaldı. Ordu malı ranzalarda büyüdüm, ben hayatımı orda yaşamışım, o günlerdeymiş gülmek, ağlamak, mutluluk, sevinç, ayrılık, özlem, mehtap saymak, takvime tik atmak, yazın geldiğini İstanbul'u yakıp kavuran güneşle anlamak.. fakat bir o kadar uzak olmak dışarıdaki güzel hayata. şimdi tam olarak dışarıdaki güzel hayatın merkezindeyim. pazartesi gecesi dışarıya çıkabiliyorum yıllardır. ama sonrası SONSUZ KARANLIK.
bu adamlar kadar olabilseydi keşke herkez ama yok illaha bir fitne bir fesat olacak dünyanın düzenin amk rahat bırakın böyle olsun insanlar erdal bakkal aksakallı mecnun ismail abi hepinizi özledik ve ben böyle izlerken duygularım yukselıyor cunku etrafımda böyle arkdaşlarım olmadı tekbasımayım bu dünyada amk
Arka fonda çalan müzik başlayınca insan bir anda hayatını sorgulamaya başlıyor içinde garip anlamsızca bir hüzün ve yüzleşmekten kaçtığı korkularla baş başa kalıyor en sonunda nefessiz kalıp içindeki bataklığa bata bata yok oluyor
Bazen diyorum ki keşke gelsen bazen de diyorum ki sensiz daha mı güzel sonra diyorum hayır sensiz her şey çok kötü verdiğin sözleri tutsaydın keşke hiç ayrılmasaydık bitmeseydi ama her son bir bitiştir ve bitti bizimkisi de maalesef sensiz sesini duymadan bir gün geçirmek bile çok zor bugün itibariyle tam 2.5 yıl oldu seni tanımak güzeldi :.)
ben günün birinde dönüp baktığım da hissettiklerimi tekrar bizzat içindeymişçesine anlamak adına bırakıyorum şuan bu yazıyı bana bu sahnede söylenenleri atmıştın o günün sonrasında da ilk defa linkini bugün açtım tekrar biz iki yabancıyken dinliyorum biliyorum işler bir kere kötüye gitti ve durduramadık battıkça battık ister kendi hayatlarımız da ister birbirimize çıkan yollarda ve biliyorum günün birinde eskiden başka olmayacağız birbirimizde bende başkaydın bambaşka ilk defa bu kadar yoğun hissetmiştim şehirler vardı aramızda uzaktık ama bir o kadar da yakın evini odanı yattığın yatağı yorganı nasıl örttüğünü her şeyini biliyor gibiyim hakimim her şeyine bunlar da gidecek aklımdan günün birinde hayatına gelen kişi dilerim tüm kalıplarına uymayan sana kendini kabul ettirmeyi başaran birisi olur ben bunu başaramadım sığ düşüncelerinden çıkaramadım seni hayatımdan çıktın bir daha kendimi bu denli yormaya da niyetim yok . Bitti bitirdik çoktuk dolduk taştık.
Hayatımda ilk defa beklentisiz şok ölümü yaşadım. Herkes hayatının kendi başrolünde olduğu için ölüm hastalık sen ve çevren yaşamaz sanıyorsun. 26 yaşında en iyi kalpli, bir insanın kötü diyemeyeceği yakın arkadaşlarımdan Alperimi kaybettim, kaybettik. Leyla ile Mecnun ikimizde çok severdik. Seni çok seviyoruz Alper.. insanın arkadaşının ölebilmesi ki daha şahit olacak çok anılarımız olacakken…
Şu şarkıyı dinlerken içim titriyo ya o kadar saçma sapan şarkının ve gereksiz melodi-melodi diyelim onlara artık- sevilmesi bilmem kaç like alması ve bu muhteşem şiirin bilimemesi kime ne değer vereceğimizi bilmiyoruz gerçekten
İşte o deniz kızını bulmuştum... Ama kader elimden alıyor. Razı gelmedi mutluluğuma... Bu kadar mutlu olmama hep karşı geldi. Karşı gelmeye devam edecek. 2 Aralık Pazartesi.. önümde 8 ay bir mutluluk var "sonrası sonsuz karanlık".....
bazı şeyler oluyor ya böyle görünmez bi bağ ile bağlanıyosun o şeye bu ekibin yaptığı en güzel şey de bu bence her zaman ilk sezonu daha güzel olucak bu dizinin çünkü insan eskiye özlemle geçirir hayatını daima esikiler ve çocukluk daha güzeldir ne zaman ki kendinizin ve bilincinizin farkına varırsınız o zaman hayat tatsızlaşır
Biri okur mu bilmiyorum. Ben olsam okur muydum onu da bilmiyorum. Neden yazıyorum ve ne yazacağım, bilmiyorum. Şarkılar dinleyerek boş boş sağı solu izliyordum. Neden bu şarkıdayken (Low-Lullaby, buraya da atmak istedim) yazma isteğim geldi onu da bilmiyorum. Ben kısaca hiçbir şey bilmiyorum. İnsan denen canlı çok karmaşık. Nereden tutarsan tut hep elinde kalıyor. Aslında bir o kadar da muazzam yaratılmış. Bilmiyorum insanlar neden böyle. 23 yaşındayım, bu zamana kadar kimseye saygısızlık etmedim, kimsenin sınırlarını aşmadım, kimseye bilerek isteyerek kötülük yapmadım. Ama hep yalnız kaldım. Günden güne yalnızlaştım. Ne kadar saygı gösterdiysem o kadar saygısızlığa maruz kaldım. İnsanların beni yok sayma nedeni sanıyorum ki benim en başta kendimi yok saymamla ilgili. Alakalı diyecektim ama Türkçe'den İngilizce'ye çevirip okuyacak olanları da düşünerek yazıyorum. Gerçi okuyan olur mu bilmiyorum. Bilmiyorum, ben sevdikçe neden sevgisizlikle karşılaştım bilmiyorum. Görece zor bir ergenlik yaşadım. OKB hastasıydım. Hem benim için hem de ailem için zordu bu. Babamı da henüz 12 yaşıma gireli 2 ay olmamışken kaybetmiştim. Ergenliğim zordu. Hastalığımdan ötürü çoğunlukla asosyaldim. Aslında asosyal değildim hiçbir zaman da olmadım ama asosyal yaşantısı gibiydi yani ergenliğim. Gezmedim, eğlenmedim, arkadaşlarımla dolu dolu vakit geçirmedim, içip dağıtmadım. Hiçbir tadı tuzu yoktu ergenliğimin. Evde sabahtan akşama kadar bilgisayarda oyunlar oynadım. Gece olunca bunun gibi şarkılar dinleyerek hüznümü yaşadım. Neyin hüznü diye soracaksınız. Aşık olmuştum. Hiç görmediğim birine. Hatta fotoğraflarla gördüğümü sandığım kişiye. Fake dediğimiz olay yani anlayacağınız. Aslında fotoğraflardaki kişiye aşık olmamıştım. Telefonda konuştuğum o kişiye, o sese aşık olmuştum. O karaktere, o davranışlara aşık olmuştum. Fotoğrafını gördüğüm o sahte kişiye değildi benim aşkım. Konuştuğum o gerçek kişiyeydi. Tabi bunu benden yaklaşık 3 sene sakladı. Ve bu gerçek yüzünden bana karşı bir şey hissetmedi. Benim onu görmeden, onunla vakit geçirmeden ona aşık olmamı da anlamlandıramıyordu. Görüşmek için 2 kere bulunduğu şehire gitmiştim, ikisinde de ortadan kayboldu. Nasıl düşünemedim bilmiyorum. Muhtemelen düşünmek istemedim. Ona inanmak istedim. Bu kadar aptal olamazdım çünkü. Neyse tabi bütün bunları yaşarken üniversite sınavına da çalışmamıştım. Haliyle kazanamadım. Yani 2 yıllık, sonu hiçbir şeye varmayacak bir bölümü kazanmamı kazanmaktan saymıyorsak eğer. Saymamalıyız da bence. Kazanmak ve başarı o kadar kolay olmamalı. Hiç çabalamadan elde edilmemeli. Ben de bu yaşıma kadar elde edemedim zaten. Kazanmak ve başarılı olmak için hiç çaba göstermedim çünkü. Farklı bir sonuç beklemek aptallık olur. Hastalığımdan ve asosyal gibi yaşamamdan ötürü, aslında daha çok hastalığımdan ötürü ailemle aram kötüydü. Sürekli bir kavga. Annemle yıldızım hiç barışmadı. Muhtemelen babamdan sonra başına gelmiş en kötü şeyim. Akrabalarımla girdiğim her ortamda hep ben konuşuldum. Benim kötü gidişim ve hastalığım. Ama girdiğimiz her ortamda. Abartısız söylüyorum pikniklerde bile ben konuşuluyordum. Çözmemi istiyorlardı, düzelmemi istiyorlardı, ellerinden geldiği kadar yardımcı da oldular yalan söyleyemem. Çok insan konuştu benimle. Çok insan konuşma yaptı. Ama bu hastalığı yenmek o kadar kolay değildi. İlacı içip iyileşemiyorsunuz maalesef. Keşke çok acı bir ilaç olsaydı, içerdim ve kurtulurdum. Psikolojik hastalıklar o kadar kolay tedavi edilemiyor. Birçok hap baş ağrısını bile geçirmiyor. OKB'yi ilaç içerek ve psikoloğa giderek atlatabileceğimi düşünmeleri bana yaptıkları en büyük haksızlıktı. Her yerde benim iyiliğim adı altında benim sorunlarımı konuşmaları bana yaptıkları en büyük haksızlıktı. Hiçbiri beni tanımıyordu. Gerçek beni, fikirlerimi, düşüncelerimi bilen yoktu. Beni gerçekten tanıyan kimse yoktu. İyiliğimi düşünen ve isteyen onlarca insan vardı ama beni tanıyan kimse olmadı şu hayatta. Lise yıllarım bu şekilde geçti. "Kazandığım" 2 yıllık bölümü okumak için gittim. Sınava tekrar hazırlanmak vardı aklımda ama gitmek zorundaydım. Aşık olduğum insan aradı o yaz. Ya da ben onu aradım doğum gününde. Hatırlamıyorum açıkçası. Aslında beni sevdiğini ama bana bunu söyleyemediğini itiraf etti bana. Lise son sınıfta en dibe vurmuştum çünkü. O kadar berbat bir şekilde yaşıyordum ki gecem gündüzüm uykum ve uyanıklığım birbirine karışmıştı. Uyanıktım ama zombi gibiydim. Bana attığı mesajları 1 2 gün sonra görüyor, öyle cevap veriyordum. O da bu yüzden benim ona ilgisiz olduğumu düşünmüş ve itiraf edememiş. Neden öyle yaptığımı biraz daha açacak olursam. İnanmıyordum. Onunla olabileceğime, onun beni sevebileceğine hiç inanmıyordum. Öğrenilmiş çaresizlik gibi bir şey. Neyse, itiraf etti beni sevdiğini. Dünyanın en mutlu insanıydım. Eğer birine gerçekten aşık olursanız. Aşkı gerçekten yaşarsanız. Aşık olduğunuz insan tarafından sevilmek dünyanın en güzel şeyidir. Aşık olduğunuz insanla ilgili her şey dünyanın en güzel şeyidir gerçi. Size verdiği o dayanılmaz acı bile başka senaryolardaki en güzel mutluluklardan daha güzeldir. Öyle bir şeydir aşk. Bir insanı delice istemektir. Bitmek tükenmek bilmeyen bir arzudur. Ütopik bir çocuktur aşk. Sürekli ister, asla vazgeçmez. Bu bir insana olmak zorunda değildir. Herhangi bir şeye de aşık olabilirsiniz bu nedenle. Gerçekten bir şeye karşı sonsuz bir arzunuzun olması aşık olduğunuz anlamına gelir. Ama sonsuz bir arzu. Her ne olursa olsun bitmek tükenmek bilmeyen bir arzu. Kendinizi ve hayatınızı bile yok sayabileceğiniz bir arzu. Ondan duyduğum bu itiraf hayatımda duyduğum en güzel şeydi bu yüzden. Neyse, o sene o da sınava tekrar hazırlanıyordu. Ben hazırlanmıyordum tabi. Sınava hazırlanacağım diye derslere gitmeyi bırakmıştım. Öğrenci yurdunda sabahtan akşama kadar yatıp boş boş takılıyordum. Bunu kendime neden yapıyordum bilmiyorum. O beni seviyordu, ben de onu seviyordum ama ilişkimizin adını koymadık. Gerçek bir ilişkiye görüşmeden başlamak istemedi. Sağlıklı bir istekti bu. Ben sınavı kazanacaktım ve İstanbul'a gidecektim. İlişkimiz o zaman başlayacaktı. Ara tatil geldi ve herkes evine döndü. Ben eve gitmek istemedim. Annem de istemezdi muhtemelen eve gelmemi. İstanbul'a, teyzemin evine gittim. Onunla da buluşacaktık. O gece otobüs yolcuğumu, heyecanımı hiç unutamam. Dinlediğim şarkıları da hiç unutamam. 4 5 gün sonra buluşacaktık. O sırada kuzenimle vakit geçirdim ben de. Teyzem varlığımdan rahatsızdı. Daha ilk sabah kahvaltıda annemle aramın kötü olmasından ve sorunlarımdan konuşmaya başladı. Yine her ortamda ben ve sorunlarım konuşuluyordu yani. Aslında çok saygılıyımdır ve nerede nasıl davranmam gerektiğini çok iyi bilirim. Ama hiçbir şeye zararım dokunmasa bile "sorunlu çocuk" algısı yapışmıştı üzerime çoktan.
2) Teyzemin benden rahatsız olduğu bir akşam tek başıma dışarı çıktım. İstenmiyordum. Onunla buluşmayacak olsam çoktan giderdim. Buluşacağımız sabah uyandığımda onun mesajıyla karşılaştım. Yine kaybolmuştu ortadan. Sınava odaklanması gerekiyormuş. Yine ve yeniden yaşamıştım aynı duyguyu. Akşama kadar uyumuştum. Bir evde misafirsiniz, üstelik evdekilerden biri tarafından istenmiyorsunuz ve akşama kadar uyuyorsunuz... Diğer teyzemler de misafirliğe gelmişti o akşam. Yukarıda yine benden konuşuyorlardı muhtemelen. Halama gideceğimi öğrendim. Kibarca kovuldum yani anlayacağınız. Beni halama bıraktılar. 1 2 gün orada vakit geçirip döndüm. Halam da daha fazlasını istemezdi muhtemelen. İstanbuldayken, özellikle Anadolu yakasındayken kendimi onunlaymış gibi hissediyorum. Orada da doğup büyümüştüm zaten. Çocukluğum ve en güzel duygularım İstanbula aitti. Bir de aşkım. Neyse, yaşadığım şehire geri döndüm. Yurtta yatarak geçirdim seneyi. Yurttan ayrılıp eve dönecektim ve evde sınava hazırlanacaktım. Döndüm de eve. Ama sınava hazırlanmadım. Pandeminin çıktığı sene. O yaz görüşmedik. Sözde ailesi bizi öğrenmişti ve ilişkimize engeldi. Buraya yabancılar için bir parantez açıyorum. Müslüman ve muhafazakar bir aile. Ama bu yalandı. O sene de ailesinin bize engel olduğu yalanıyla geçti. Görüşmesek bile ilişkimizin bir adı vardı o yazın başlangıcında. Bizim için değişen çok bir şey olmadı aslında. Ben sınava yine hazırlanmadım ve gitmedim hiçbir yere. Sonraki sene yine aynı senaryo. Bu arada hala buluşmamıştık. İkimiz de bir türlü buluşamadığımız için o gün yaşayacağımız o aşırı stres ve heyecandan kaçıyorduk. Bu nedenle erteliyorduk hep. Hem o hem ben. Yani ben böyle sanıyordum :) yine ve yeniden. İlişkimiz güzeldi ama. Mutluyduk. Hiç görmediğim bir insan vardı karşımda. Deliler gibi aşıktım. Hiç görmemiştim ama onu o kadar iyi tanıyor ve anlıyordum ki. Bir insan bir insanı ne kadar iyi tanıyabilirse, ne kadar iyi anlayabilirse o kadar. Bu aslında mesafeyle alakalı değil. Bir insana ne kadar özen gösterdiğinizle alakalı bir durum. Mutsuz olduğunda o hiçbir şey söylemeden anlardım. Bana söylemek istediği bir şey olduğunda. Duygularını ifade edemediğinde ben anlar ve ifade ederdim. Düşüncelerini bana aktaramadığında ben anlar ve anlatırdım. Onu ondan daha iyi tanıyor ve anlıyordum. Onunla geçirdiğim tek bir dakika bile olmamasına rağmen. Ne kadar garip değil mi? Dünyadaki her insanın hiç tereddüt etmeden çöpe atabileceği "1 dakika" benim onunla asla geçirmediğim 1 dakikaydı... Neyse. İlişkimiz güzel gidiyordu. Uzaktan ne kadar güzel olabilirse bir ilişki, o kadar güzeldi. Ama ilişkiyi güzel kılan bendim çoğunlukla. Benim çabamdı. O sadece mutlulukta vardı, ben de hep mutlu tuttum bizi. Arada sorunlar tartışmalar hatta çok kötü dönemler tabii ki de oldu. Her ilişkide olduğu gibi. Ama çoğunlukla bizi mutlu tuttum. Bu sırada insanlardan iyice uzaklaştım gün geçtikçe. İçinde yaşadığım odaya hapsettim kendimi. Hapisten farksızdı yaşantım. Hatta hapisteki insanlar daha çok sosyalleşiyordur muhtemelen. Neler yaptın diyecek olursanız eğer, hiçbir şey... Buluşmaktan da kaçtıkça kaçtık. Zaten pandemi vardı. Pandeminin ikinci senesinde de hazırlanmadım sınava. Pandemi bitti ben sınava hazırlanmaya başladım. Ama beceremedim. O disiplini, o iradeyi gösteremedim. Yıllarca içinde bulunduğum o atalet durumunu bir anda yenemedim. Atalet ne diye merak edenler için; harekete geçememe durumu. Yani kısaca bu. Asla bir türlü harekete geçemiyordum. Ve o sene doğru düzgün çalışamadım. O yüzden başaramadım. Lise biteli 4 sene geçmişti. 22 yaşındaydım ve hiçbir şeydim. Sınavdan sonra bir gerçekle daha yüzleştim. Aslında ilk 3 yıldan sonra kendisi gibi tanıttığı kişi de başkasıymış. Başardığım tek şey bu olsa gerek. Kandırılmak. Ama aptal değilim. Belki aptal olduğumu düşünebilirsiniz ama bu aptallık değil. Zaman zaman şüphe duyuyordum zaten. Ben sadece inanmak istediğine inanan aşık birisiydim. Arzusunun peşinden giden. Yazının başında anlatmıştım. Çok uzun bir yazı oldu unutmuşsunuzdur belki. Her ne olursa olsun bitmek tükenmek bilmeyen bir arzu demiştim. İşte tam olarak öyle. Ona duyduğum Aşk yani arzu, inanmak istediğime inandırdı beni. Öylesine güçlüydü ona olan aşkım. Bütün gerçekler aslında ortadayken görmeyecek kadar. Gerçekleri görsem bile inanmayacağım kadar çok aşıktım ona. Bunu neden yapmış diye merak ediyor olabilirsiniz. Bana kendisini ilk attığında o fotoğrafta onu çok net görememiştim ve çok beğenmemiştim açıkçası. Ama bu benim için önemsizdi. Aşıktım ona. O ise benim onu beğenmememden korkmuş. Bu yüzden yapmış bunu. Bu arada, kendisi çok daha güzel :) Neyse, sınava hazırlanacaktım. Sondu bu. Her şeyimi verecektim ve kazanacaktım. Sınavı kazanmak çok önemli değil biliyorum bu arada. Hele Türkiyede... Ama hayalim var. Psikolog olmak istiyorum. Psikolojiye çok ilgi duyuyorum. Gerçekten sevdiğim işi yapmak istiyorum. Gerçekten sevdiğim kadınla yaşlanmak istiyorum. Belki de bu yüzden kaçırıyorum bu hayatı. Bilmiyorum. Ve artık içimde de çok güçlü bir başarma arzusu var. İstiyorum artık. Herkes bir şeyler yapıyor ve iyi kötü bir yerlere geliyor. İnsanlar yaşıyor ve ben olduğum yerde sayıklıyorum. Ve ben bunu hiç hak etmiyorum. Karakterim, potansiyelim bunu hak etmiyor. O yüzden başarmak istiyorum. Sürekli gelişmek istiyorum. Hayatı kaçırdığım için aşık olduğum insanı kaybetmek de istemiyorum. O yüzden o arzuyu yakaladım sonunda. Çok güzel çalıştım ve her şey yolundaydı. Sınav günü bindiğim otobüs kaza yaptı ve sınav benim için kabus oldu. Vücudumun titremesine engel olamadım, odaklanamadım. Anlayacağınız, yıllar sonra gösterdiğim emeklerim çöpe gitti. Sağ olsun yanımda oldu. Ama son 2 aydır aramız pek iyi değil. Sadece bu konuda yanımda oldu. Ve bugün ayrıldık. 23 yaşındayım. Hiçbir şey başarmadım. Akademik hiçbir başarım yok. Gençliğimi de güzelce yaşamadım. Sıfır noktasındayım. İstenmeyen evlat. İstenmeyen kardeş. İstenmeyen yeğen. İstenmeyen kuzen. İstenmeyen arkadaş. Ve istenmeyen sevgiliyim. Selam. Ben, kocaman bir HİÇİM.
ben sonuna kadar okudum yazını. 17 yaşındayım lise son sınıfım bende. Ne söylesem boş kalır böyle bir yaşanmışlık karşısında. Tek söyleyeceğim bir şey var, eğer bu videoyu dinliyorsan ara ara, buraya geldiysen bil ki sen de o masum insanlardan birisin. İyi ki buraya içini dökmüşsün. Yoksa derin bir çıkmazda olduğum şu günlerde tutunacak bir dal bulamazdım. Kendim gibi insanların olduğunu bilmek, senin yazını okumak bana nedensiz bir güç verdi. Sen hep yaz. Umarım o istediğin hedeflerin hepsine ulaşırsın, güzel bir psikolog olursun. Bakarsın meslektaş oluruz çünkü benim de psikolojiye dair güzel hislerim var. Sakın içindeki hevesi öldürme, hep konuş, hep yaz...
İşler daha ne kadar kötüye gidebilir derken daha da kötüye gidiyor sevmek istemiyosun kimseyi seviyorsun kalbin acıyor beynin susmuyor uyuyamıyorsun yada yataktan kalkamıyosun kendine verdiğin sözleri tutamıyorsun bugün büyük bir hata yapıyorum insan sadece çok severken hata yapar