şiir yazdığını bilmeyen bir eşi olan şair kadın. anlaşılmamanın bu türlüsü yalnızlıkla uyutur insanı her gece. daha çok yazsın isterdik, daha çok okuyalım. ve eşi şöyle demiş; "nilgün'ün şiir yazdığını bile bilmezdim. bir kenarda pıtır pıtır bir şeyler yazardı." hayat ne tuhaf. iki insan arasına sığabilen uçurumun derinliği şaşkına çeviriyor beni.
kabul edelim ki nilgun cok da normal bir kadin degildi bir insanin normal bir psikoloji ile bunları yazamayacagi cok net, muhtemelen kronik depresyon hastasi.bir de eşinin gözünden bakmak gerek
Bunun adina deprasyon diye bilirsin ama kendinde icelestigi kelimeleri cok guzel bir sekilde dile getirmis bu bir deprosyon deyil icsel yolculugunu kelimelerin agirligiyla disari vurmus
Nilgün hanım eşi hakkında "yabancıların en yakınıydın sen!" demiş. Bu taraftan bakarsak eşinin bir suçu olmayabilir yanlızca doğası, yapısı farklı yani 'yabancı' olabilir. Hatta bu şekilde bakarsak 'yabancıların en yakını' tabiri doğası uyuşmamasına rağmen yakınlaşmaya, anlamaya çalışan şeklindede yorulabilir. Tabi çok bir bilgim yok sadece yorumlamaya çalıştım.
CANIM SIKINTI SINIRI Aydınlıkta köhneliği belirginleşen ve kentte ve konutta hiçbir şey neyse ben oyum. Öylesine bağsız ve yeğniyim ki bu hafifliğin şiddetinin bedelini bir gün öderim diye düşünüyorum. Sanki varoluş beni cezalandırmak ister gibi; yoğunluğundan bana düşen payını benden geri alarak bu yoğunluğa, olur olmadık herkese ve her şeye fazlasıyla katlayarak sunuyor. Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok; ve bunlara mal ettirici biricik güç, inancım yok. Hiçlik tanrısının kayrasıyla kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben. Yere göğe zamana denize kayalara ve kuşlara da dokunan aynı tanrı değil mi? Bu kutla tanrının yönetkenliğinde, olmayan ellerimle bir yok-tanrı'yı tutuyor ve ölçüyorum yokluğun ağırlığını. Kefe'lerinden birine onun oylumu pekâlâ sığıyor, diğerine duygular, duyumlar ve düşünceler yığılıyor, işte yetkin eşitlik...her gün her gece bu eşitliğin bilgisiyle geçiyor. Bir eskiciden satın alınmış bu teraziyi birgün başka bir eskiciye vereceğim, o gün, tozanlarım her bir yana dağılıp toprağın suyun ölümsüzlüğüne eklemlenecekler ve ben özgürleşeceğim. Nilgün MARMARA
saat 03.04 nilgün marmara'yla geçen saatlerimde var olan bedenimi ve hiçliği düşünüp derinlerde kaybolan ruhumu parçalama istediğimi bastıramıyorum. yıllardır susan bir kadının öfkesini haykırmak istercesine hırçın bir deniz, ve o denize kendini koyverince özgürleşeceğine inanan bu zihin..
Nedendir bilmiyorum bu şiir benim için çok ayrı şeyler ifade ediyor. Sanki ölüyorum ve yeniden doğuyorum her defasında. Varoluşsal anlamda en şirimdir...
Ölmek için illa toprağamı karışmak gerek? Yoksa yaşarken ölmekte buna ait mi? Sezemiyor artık aydınlığı gözlerim. Karanlığı umut sanıyorum. Bastığı toprağı kurutuyor adımlarım. Çok Yorgunum bilemezsin. Çelişik duygular hüküm sürüyor kalbimde Hasretinin yükünü omuzlarıma tek başına alıyorum. Oysa sevda iki kişilik bir varoluştur lavinia. Bana bir tek tanrıyı bırakıp,gittin sen İdam ettiler,astılar beni o,günden sonra düşüncelerimden Senin kazındığın bu kalbi avuçlarımda saklıyorum Kimseler bilemiyor,bulamıyorlar seni Adını kazıdım damarlarıma. Bu kentin sokakları enteresan bir acı veriyor böyle. Üşüyorum. Garip bir korku var içimde sanki. Tanrım diyorum, Tanrım ne vardı ki,sanki şu aşkı kutsal kılıcak.
Nilgün Marmara ve Tezer Özlü her zaman için bir başka oldu... Sizin aracılığınızla özellikle Didem Madak'ı da tanıma şansım oldu. Kimi insanlar bu dünyaya ait olamama güdüsüyle doğuyor maalesef... Ve hep savaşıyorlar... Kendi adıma; bu seratonin, dopamin eksikliğini tamamlamak için düzenli olarak oldukça yoğun olarak spor yapan biriyim. Önceden spor yaparken sığamamayı, dinginliği müzik ile desteklerdim. Şimdi sizin sesinizden okunmuş eserlerle destekliyorum. O kadar çok dinledim/dinliyorum ki sizi... İyi ki okumuşsunuz ve devam edersiniz okumaya ve paylaşmaya... Kimi insanlar için sesiniz bir DİNGİNLİK... Hayatına pozitif dokunduğunuz insanlar var... Neyse söylenebilecek çok şey var... Nilgün Marmara ile bitirelim... "Sanki varoluş beni cezalandırmak ister gibi; yoğunluğundan bana düşen payını benden geri alarak bu yoğunluğa, olur olmadık herkese ve her şeye fazlasıyla katlayarak sunuyor"...
Şiirlerin yaşadığın dönemdeki Türkiye'nin anlayabileceği şiirler değil. Sen zamanın çok ilerisinde bir kadınsın. Keşke şimdi yaşasaydın. Kaybın ve çektiğin acılar kalbimi parçalıyor 💔
Ahhh hiçliğin ne kadar var olduğunu hem her şey hem de hiçbir şey olduğunu ,haykıran güzel kadın kim anlatabilir kelimelerin sessiz feryadını ,o acı dokunuşun cumlelerin canını ne kadar acittigini ...Tanrının hangi kitabına siğarki hiçliğin boşlugu ve ağırlığı ;binlerce kez varoluşun anlamsız yok oluşuna🌻
Tanrının ve ruhun olmadığını çok net anlatmıyormu sizcede bu şiir hemde çok net biçimde bir nevi epikürosa övgü olduğunuda düşünüyorum nilgün gerçeği biliyordu
Var oluş beni cezalandırıyor gibi gerçekten ömrümü tüketmişim de zorla yaşıyor gibiyim işte bigün düzelmenin umuduyla umutla tutunmaya çalışıyorum ama sonuna geldim sanırım
Düşüncelerimi çivilemişler sanki beynime.. Aklımı kaybettiğimden beri ruhum sadece acıya tapıyor. Solgun yüzümü toprakta buluyorum susuz bir şekilde. Şimdi saygım daha da arttı kaygılarıma. Belkide bu kadar acıyla yaşamaya alışmalıyım ölünceye dek. Sonra zaten bir ismim kalacak şu beton üzerinde. Sisler almış başımın üstünü. Gövdemin ağırlığı oynatıyor yeri yerinden. İnancım yenik Yüreğim buruk.. Madem farkı yok siyaha bulanmış bir yürekle hayata tutunmanın O,yüzden bırakıveririm bende bedenimi savrulan rüzgarın kollarına..
ben bütün sabahlarda uyanmamayı diledim kendime. diledim, bir güneş sarısında ışımasın gözlerim, kara bulutların altında ıslanmamayı artık yarın diye diye geçiştirmemeyi ölmeyi. diledim, yel esmesin, saçlarım savrulmasın bunca kederden. bir şarkı çalsın da kulaklarımın dumura uğradığını beynim çınlatsın. tam bir asırdır gövdemde büyüyen ağrıyla buralardayım, tam bu yerde gayya denilen dünya yüzünde... bir leke gibi buradayım. bütün sözcüklerin eklem yerlerinde bir hüzün tınısı serpiştirdiğim bu yerde. hangi çağın ağırısız yüzünde gülücüğüm bulayım istedim. hangi ağacın omuzundan öpen dalında.. bildim, artık ölmek ne bir urganın boynunu usulca sarması ne de sallanmak bir tavandan aşağı. ölmek, dedim zaten buraya gelip gelip ağlamakmış onu anladım. ☁️
Nilgün Marmara'nın şiir yazdığını o öldükten sonra öğrenen bir eş... Güya "hayat arkadaşı, dertdaşı, sırdaşı" olarak biliyoruz. Oysa ki onun düşüncelerini, acılarını anlayamamış bir adamla yaşamış yıllarca... Öğrendiğim zaman içimi çok acıtmıştı bu bilgi ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ın şu sözünü aklıma getirdi: "Ne kadar yakınınız olursa olsun, bir başkasının içinden geçenler daima bir meçhul olarak kalacaktır... Bir yastıkta uyuyanlar bile birbirlerinin rüyalarını bilmezler..." 🥀
@semraltun sizede çok teşekkür ederim çok güzel seslendirmişsiniz MARMARA'nın yazdıkları çok değerli ve kendimi de tam anlamıyala ona benzetiyorum onu yaşıyorum. Sayenizde döngüye alıp saatlerce dinliyorum uzun zamandır...
Canım Sıkıntı Sınırı Aydınlıkta köhneliği belirginleşen ve kentte ve konutta hiçbir şey neyse ben oyum. Öylesine bağsız ve yeğniyim ki bu hafifliğin şiddetinin bedelini bir gün öderim diye düşünüyorum. Sanki varoluş beni cezalandırmak ister gibi; yoğunluğundan bana düşen payını benden geri alarak bu yoğunluğa, olur olmadık herkese ve her şeye fazlasıyla katlayarak sunuyor. Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok; ve bunlara mal ettirici biricik güç, inancım yok. Hiçlik tanrısının kayrasıyla kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben. Yere göğe zamana denize kayalara ve kuşlara da dokunan aynı tanrı değil mi? Bu kutla tanrının yönetkenliğinde, olmayan ellerimle bir yok-tanrı'yı tutuyor ve ölçüyorum yokluğun ağırlığını. Kefe'lerinden birine onun oylumu pekâlâ sığıyor, diğerine duygular, duyumlar ve düşünceler yığılıyor, işte yetkin eşitlik... Her gün her gece bu eşitliğin bilgisiyle geçiyor. Bir eskiciden satın alınmış bu teraziyi bir gün başka bir eskiciye vereceğim, o gün, tozanlarım her bir yana dağılıp toprağın suyun ölümsüzlüğüne eklemlenecekler ve ben özgürleşeceğim
Doğum günün’de buradayım sevdiğim.Neden böyleyiz:neden.Çok güçsüz hissediyorum kendimi.Hişsizleşmişim gibi.bilakis,duygu yoğunluğu sonucu da olabilir.Sen söyle zeldam hangisi.Arafta kaldım ben.Ölüm’le yaşam arasın da.
Benim için varoluşun simgesi sensin. Bir simge de değilsin aslında. Anlaşılmazlığı, yalnızlığı tanımlayan en yüce insansın. Evet hâlâ varsın. Yok olsan ben de hissedemezdim. Neler var neler söylenecek. Ama yok işte. İnancım yok hiçbir şeye. Benim de. Eğer olsaydı benim üstümde de 'Nilgün Marmara yorgunluğu' olmazdi sanırsam. Bu iste sanrilarla yaşamak, umudun kıyısına tutunamamak. Her neyse huzuru aramak mânasız.
Bir kaç ay önce kanalınızı keşfedip tüm paylaşımlarınızı dinlemiştim, her yeni paylaşımınızı dinliyorum, çok başarılısınız, daha sık paylaşmanızı isteriz :)
Ben de yazıyorum belki benim yazdıklarımı da bulurlar birgün... HAYATIN NERESİNDEN DÖNERSEN KARDIR Yazmaya ara verdim bir süre Hastalıklı bedenimi yazıya dökmedim Yazıya dökmediğim her kelimem yeni yaralar açtı MARMARA'dan bir sene daha geç kaldım PLATH'IN öldüğü yaştayım. MARMARA tezini bitirip veda etti. Ben de onlar gibi denedim, başarısız oldum Yaşamamaya devam ediyorum Bitki gibi çiçek açmıyorum, solmuyorum, kurumuyorum, Kimse kökümden koparıp atmıyor Köy, ilçe, il, ülke değil benim derdim. Sayın tanrı sevmedim senin dünyanı Toprağa kat beni üstümde güzel bir çiçek filizlensin Dur dur tanrı ya da başka gezegene gönder beni Mutsuzluğuzluğun hiç olmadığı bir gezegen Hem belki o zaman ben de severim seni Hoşçakal, cebimde bir tek o kaldı...