Şimdi bu arkadaşlarımız yeni okumuş ve algılamaya çalışıuor. Ama şişman sakallı ekibimiz, anlamış, sindirmiş ve tecrübelenmiş. Bu tür konuşmalarda, geyiğe vurdukları için, daha bir çok seviyorduk onları. Ama bi Berna rage gelse, program tutar :)
Üniversitede Siyaset dersleri almaya başlamakla birlikte bahsettiğiniz gibi, okurken düşündüren kitaplara yeni giriştim. Geekyapar kanalının da bu seriye başlamasi hoş bi tesadüf oldu.
Bence İki veya daha fazla düşünebilen varlığın olduğu yer ütopya olamaz ,düşünebilen varlığa sahip olmayan yer ne ütopya ne de distopya olamaz çünkü düşünen kişi orayı var eden kişidir .robotlar gibi davranan insan topluluklarının bulunduğu yer ne ütopya ne de distopyadır (felsefe hakkında pek bilgim yok sadece düşünerek bu sonuçlara vardım )
Selam, yine ben. Maniac dizisinden bahsettiğiniz yere kadar izleyip "aa ben bu diziyi izlemeyi düşünüyordum" deyip 10 bölümü devirip geri geldim, videoyu sonuna kadar izledim ve ilk videoya attığım yoruma bakıp yazmaya başlıyorum. soldaki arkadaşa hala kılım, ufak cringe taneleri atıyor bana hala :) Ben direkt "kime göre neye göre" kavramı ile gireceğim çünkü distopik eser olarak görülen Equilibrium benim için güzel bi ütopya örneğiydi aslında. Ta ki duygunun kölesi olmuş yaratıklar güzelim düzeni bozana kadar. Bunu da şuraya bağlamak istiyorum, bence ütopya/distopya bir edebiyat meselesi değil bir felsefe meselesidir. Cesur yeni dünya keza, (okumadım, anlattıklarınız ilgimi çekti ama okuyacağım) sürekli bunun distopik bir eser olduğunu söylemişsiniz hatta yazar da bu amaçla yazmış olabilir ama bana gayet ütopya gibi geldi. İşte bu kişisel farklar da bunu tamamen bir felsefik düşünce haline getiriyor bence. Bir de her ütopyanın distopyaya döneceği meselesi var. Ben buna asla katılmıyorum. Evet edebi eserler bunu sürekli bu şekilde işliyor olabilir ama ütopya dediğimiz şey zaten gerçek olamayacak kadar mükemmel olan düzendir. Yani böyle bi düzen neden bozulsun ki? O arada girip platon ve devlet ile ilgili uzun uzun saçmalamanız da çok ilginçti. Ya ben hiçbir şey anlamadım ya da Platon çok boş yapmış. Evet internet platona bile sallayabileceğin bir yer :) Maniac dizisinin ise burada bir yeri olduğunu düşünmüyorum. Gerçi videoda da bu kanıya varmışsınız ama, dizinin ütopik ya da distopik bir anlatım amacı yok gibi geldi bana. Daha çok yapay zeka ve ilaç/tedavi testi konusuyla ilgili güzel devam edip kötü biten bir bilim kurgu eseri diyebilirim ben ona. Bir arkadaş yorumlarda Cyberpunk istemiş, bu benim de ilgimi çeken bir mesele. Lütfen buralarda derinlemesine bir Cyberpunk da görelim. Sevgilerle :)
Konuşma ve anlatım şekilleriniz bana hitap etmedi. Ama konunuz ve konseptiniz çok güzel, ağzınıza sağlık. İzlemeyeceğim ama siz yapmaya devam edin basar, beğenimi bırakır çıkarım. Kolay gelsin.
Kızlar iyi hoş güzelsiniz muhabbetiniz de fena değil zaman geçtikçe daha da iyi olur ama lütfen kör göze parmak olan, babaanemin bile anlayacağı şeyler hakkında eğer anlamayacaksanız okumayın gibi cümleler kurmayın, insanı biraz irrite ediyor açıkçası. Bunun dışında konuyu klasikler üzerinden ele alın fakat okuma önerisine gelince klasiklerin dışına çıkılırsa iyi olur. Solo kitap muhabbetleri de iyi gider
İzin verirseniz, "İnsan doğanın parçasımıdır?" ve "Yapay olarak hayatımızda var olan davranışlar" hakkında Felsefe ve Doğa Bilimleri açısından iki kelam etme cürretinde bulunucağım. Öncelikle insan doğanın parçası olmak zorundadır. Doğa bize göre değil, biz doğaya göre evrimleştik. Yani aslında doğayı bir elek gibi düşünürsek bizler istenilen boyuttaki materyellerdik(Doğal Seçilim). Mutasyonlar şans eseri olabilir ancak Doğal Seçilim, şans unsuru neredeyse içermez. Sınırlı bilgimle bir örnek vererek, insanlık tarihindeki büyük değişimlerden birini irdeleyebilriz: Ormanlardan, Savanalara göç ettiğimiz zaman, ayaklanmak zorunda kaldık ve bu ellerimizin boşa çıkmasını sağladı. Ayakta durma zorunluluğu sebebiyle, soyu tükenmiş akrabalarımızın beyninde denge aygıtları oluştu ve ayakta durmak, karmaşık bir eylem olduğundan, insansı atalarımızın gelişmiş sinir sistemi doğa tarafından seçildi. Bu durumda şimdiki üstünlüklerimize yol açan büyük etkenlerden biri. Aynı zamanda ellerimiz boş durduğundan alet edevat yapmaya başladık. Bu da zekamızı niteliklileştiren bir vakadır kuşkusuz.Tam burada, Zihinsel Dünya ve Gerçek Dünya olgularına da atıfta bulunmam gerekir. Zihinsel Dünyamız'da olan her şey aslında gerçekliğin bir yansımasıdır. Dolayısı ile çoğu günlük hayat unsuru, mittirler. Gerçek Dünya' daki hiç bir öğeyi tam olarak anlayamasakda, bir kısmını zihnimizde tasvir edebiliyoruz fakat hiç bir zaman topyekûn şekilde kavrayamayacağız. Demem o ki, bizim hayatımıza gözlemlerimizle, dış unsurlarla giren öğeler aslında, doğanın açmış olduğu dere yatağı, biz ve bizden var olanlar da, o yatakta akan dere. Fikirlerime vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. Son olarak, Lafıgüzaf dinamik üçlüsünün içeriğini çok beğendiğimi söylemezsem içimde kalır. Benim gibi Edebiyat Bilimi severleri sevindiriyorsunuz. Umarım daha fazla içerik yapmak için zaman ve fırsat bulursunuz.
Nehir Altun Söylediklerinizin pek çoğuna katılmakla birlikte, iki tane kilit noktayı belirtmek istedim. Birincisi, konudan çok sapmamak için açıklayamamaktan kaynaklı bir yanlış anlaşılma. İnsan elbette biyolojik ve evrimsel süreç olarak doğanın bir parçası, bir anne ve babadan doğuyor, yemek-içmek gibi gereksinimleri var, belirli bir enerji kullanıyor, oksijen tüketiyor vb. Ancak varmaya çalıştığımız nokta biyolojik değildi, daha ziyade “doğa dünyası” ve “kültür dünyası” ayrımı idi. Doğada ne canlılar(hayvan, bitki) ne de cansızlar için (dağ, deniz) bir kültür söz konusu değildir ancak kültürsüz insan yoktur. Kültür başlı başına sonradan edinilen ve öğrenilen bir şeydir. Hayvanların yaptığı çoğu şey içgüdüseldir. Elbette karşılıklı etkileşim söz konusudur, rüzgar eser daha korunaklı bir yer ararsın veya dalgaları yönlendirmek için dalgakıranları kullanırsın. İkinci nokta ise verdiğiniz örneklerle alakalı. Örnekleriniz doğru olmakla birlikte aslında tam olarak da neden insanın doğaya ait olmadığının bir göstergesi. İnsanın doğada hayatta kalabilmesi için kendini araçlandırması, yetkilendirmesi gerekiyor, halbuki bir aslan zaten hayatta kalması için gereken kürk ve pençelerle doğuyor, korku salabilmesi için kükreme vasfı var. İnsan ise bunları taşı yontup mızrak yaparak, koyunu kırpıp kürk yaparak elde edebiliyor. Belgesellerde görmüşsünüzdür; bir geyik doğar ve saniyeler içerisinde ayağa kalkar, bir-iki gün içerisinde yemeğini kendisi yemeye başlar ve haftanın sonunda bir yetişkin kadar kuvvetli olmasa da kendi başına hayatını sürdürebilir. İnsan yavrusu için durum böyle değil, yeni doğmuş bir çocuğu doğaya bırakırsanız hayatta kalamaz. Özetle biyolojik varlıklar olarak elbette organiğiz ama kültür ve medeniyet doğadan gelmez, insan yapımıdır. Birbirleriyle etkileşim kurarlar, birbirlerine uyum sağlarlar, belirli bir ölçüde birbirlerini değiştirirler ama aynı şey değillerdir.
@@doganmdd Videoda zamanınızın kısıtlı olduğunun ve olayın konu dışı olduğunun farkındayım. Sadece bu konu ilgi alanıma girdiği için ben de bir şeyler söylemek istedim. Umarım kimseyi gücendirmemişimdir.Cevabınız için teşekkür ediyorum fakat malesef size katılmadığımı belirtmek istiyorum. Öncelikle, sosyal zekaya sahip olarak kabul edeceğimiz ve ya belli sosyal aygıtlara sahip olan tek canlı, insan olmadığı aşikar. Çoğu memeli, özellikle primatlar sosyal canlılardır. Toplumsal davranışlar gösterip, popülasyonda ki bireylerin rollerini hatırlıyabilirler. Hatta nesilden nesile bilgi aktarımıda bulunan çok fazla tür mevcuttur. Bu da kültüründe, sadece insana özgü olmadığına bir gösterge olabilir. Yani uzun sözün kısası, insan zihin dünyası, bir doğa yasası olan evrimin ürünüdür. Tıpkı kütle çekimi yüzünden oluşan gezegenler gibi. Ama benim zaten altını çizmek istediğim husus şu idi: Kültür ve medeniyet toplumsal teknolojilerdir. İnsan yapımı olan herbir cisim,mit,oluşum,sistem vb. zihin dünyasının ürünüdür. Zihin dünyasıda, doğadaki öğelerin yansımalarından meydana gelir. Aksini düşünerek bu önerme ile ilgili tartışmak, gayet mümkündür. Zihin dünyası doğadan gözlemlediğimiz öğelerin yansıması olmadığını söylersek, peki zihin dünyasının elemanlarını, yaratıcı mı yaratmıştır? Yoksa insan, doğada var olmayan olgulardan mı ilham almaktadır? İnsanın, hiç gözlemlerinden ilham almadan ürettiği, her hangi bir buluş (toplumsal,düşüncesel,bilimsel,sanatsal...) mevcutmudur? Bu sorular "Zihin dünyamız, gözlemlerimizin yansıması değildir " önermesinin ne kadar çelişkili olduğunu gösterir ama elbette baştaki önerdiğim düşüncenin kesinlikle doğru olduğunu kanıtlamaz fakat insan yaratımı bir olgunun, doğada(gerçek dünyada) insanlığı hayatta tutması aslında yine doğayla, ne kadar bağdaşık olduğumuzun bir göstergesi değilmidir? Bu sorular neredeyse zamanın başlangıcından beri süre gelen ve tartışılan sorulardır ve benim bunları tam olarak cevaplandırmak haddime değildir ancak şahsi fikrim ve anlatmaya çalıştığım olgu özetle şu şekilde: Birdirinden ayrı olmasını beklediğimiz olgular aslında o kadar da uzak değiller. Umarım kendimi düzgün ifade edebilmişimdir. Saygılarımla
Yine çok keyifli bir sohbet olmuş konu ne kadar karanlık olursa olsun. Ağzınıza sağlık. Fahrenheit 451, Çocukluğun sonu ve bir tür yazarımızın yazmış olduğu Muz beyazı kitaplarını okumanızı tavsiye ederim bu da benim naçizane önerim.
distopyadan başlayıp, varoluşçuluğa doğru bir sohbet. gerçekten dinlemesi çok keyifliydi. devamını bekliyoruz :) ben de bir feminist distopya önerisi bırakayım, swastika geceleri.
Bir ütopya hayalim hiç olmadı, hayat kusurlarıyla güzel ama distopyalardan hep korktum o günleri görmeyiz umarım. Seri çok güzel her hafta gelir umarım. Berna
Kıyafetler aynı, oturma düzeni , masa aynı yani ilk video ile bu aynı gün çekilmiş , ama sanki 1 hafta arayla cekmissiniz gibi giriş yapmışsınız . Geekyapar kitlesini saf yerine koyamazsiniz kızlar :7 Ayrıca spoiler uyarısı vermeden konulara ayrıntılı giriyorsunuz. Beğenmedim
Berna diğer arkadaşlar ne kadar dolu yapıyorsa sen o kadar boş yapıyorsun ve paso yağ çekiyorsun. Abi bi sal tamam güzel açıklama yapıyorlar da bi boş yapma lütfen.