"...Havada Turna Sesi Gelir türküsünün yiğit bir edayla ağır bir söylenişi vardır. Başta yiğit bir Ege havasıyla başlayan türküdeki eda; ilerledikçe ağırlaşır ve hüzünlü bir şekilde biter. Türkü daha başlar başlamaz öyle derinden bir ses gelir ki sizi alır yüzlerce yıl öncesine götürür. Sanki ses bin yıllık bir sestir. Bu sesin içinde tarihimiz, kaderimiz, geleceğimiz, garipliğimiz, yalnızlığımız vardır. Sözlerde açılması gereken bir kapıdan söz edilmese; diyeceğiz bozkırların ortasında çadır kurmuş, çadır sökmüş oradan oraya göç ederken söylemişiz bu türküyü. Biz çadır kurup çadır sökerken üzerimizden turnalar göç etmiş oradan oraya. Ozanın geçtiğimiz yüzyıl; bindokuzyüzlü yılların başında doğup, sonlarına doğru bu dünyadan göçtüğünü bilmesek böyle düşüneceğiz. Ama biz biliriz ki o gün ağızdan çıkan söz o günün sözü değildir. Belki söz; bin yılın imbiğinden süzülen ve elde kalandır. Ozanın hayat hikayesinde elde kalan söz şudur: Kutlu toprakları ziyaret edip geldikten sonra türkü söylemeye devam eder. Çevreden Hacı olan insanın artık bu işlerden elini eteğini çekmesi gerekir diyenlere; ‘Ben sazımla Rabbime sizlerden daha yakınım’ der. Burada ozanın dindarlığına atıf, türküdeki güzelliği belirleyen ana unsur değildir. Ozan dindar olamasa da türkü güzel bir türküdür. Bin yılın imbiğinden süzülen söz; içinde bir çok insanî ve sahici duygu barındırır. Önemli olan ozanın bu toprakların sözünü söylüyor olmasıdır. Bu toprakların sözü ise en güzel sözdür. Bu topraklarda söz söyleyen herkes aynı ırmaktan beslenip söylemiştir sözlerini. Beslenilen ırmak ise akıp gittiği zaman ve mekanlarda ne kadar tadı, kokusu, rengi değiştirilmeye çalışılsa da öz itibariyle kendini korumuştur. Dönelim türküye.. Türkü; havada turna sesi gelir diye başlar. Zihnimizde mekân kavramı oluşmuştur. Gökyüzü ve yeryüzü. Gökyüzünde turnalar uçmakta ve sesi ta yeryüzüne; bize kadar gelmektedir. Zaman ise belirsizdir. Gökte turnalar göç eder ; biz altında göç ederiz. Sanki biz hâlâ bu toprakların üzerinde göçümüzü sürdürürüz. Bu turnalar nerelere gider bilinmez. Ama kültürümüz göç eden turnaları mutlaka kutsal topraklara uğratır. Göç sırasında kutlu topraklara uğrayan turnalar Kâbe’den, Kerbelâ’dan, Bağdat’tan geçer. Turna ile Hz. Ali (r.a) arasında bir ilinti kurulmuştur. Bu yüzden en çok da semah kültüründe kullanılır. Turnalar ayrıca bir semaha adını da verir:Turna Semah’ı. Turna Semah’ı turnanın kanat vuruşu, uçuş ve duruşunu canlandıran figürlerle dönülür. Türküdeki turnanın ağzı dolu yemdir. Ağzındaki yemleri; yani şeker ile hurmayı bize getirir. Kutlu topraklardan gelecek en güzel hediye ise Peygamber Yemişi hurmadır. Belki de turna, bir güzelin turna şekline bürünmüş hâlidir. Güzel yârdır.Turna sesi yârin sesidir. Yârin ağzından çıkan söz ise şeker ile hurma değerindedir. Ama karşımızda ağlayan bir güzel vardır; güzel şeker gibi sözler etmek yerine; ağlayıp durmaktadır. Ozanımız güzele ‘git güzel karşımda ağlayıp durma’ der. Yâr çekip gitmiştir. Üzülmüştür. Gönül koymuştur, kırılmıştır. Üzerine kapıyı çekerek eve kapanmıştır. Ozan söylediğine bin pişmandır. Çünkü yâr kendisi için ağlamaktadır. Sanki ‘ben senin için, senin âkıbetin için ağlıyorum; sen beni karşından kovuyorsun’ der gibidir. Buna rağmen sevdiğinden azar işitmiş ve kovulmuştur. Bu olanlara dair hiçbir söz olmasa burada en içli sesi duyarız, ‘aç kapıyı nazlı yârim, ben geliyorum’. Bu bir yalvarma sesidir. Öyle bir söylenir ki, bu sözde bin pişmanlık vardır. Özür vardır. Ayrıca bir özür sözüne gerek de yoktur; çünkü bu sözde olmasa da söyleyişte bu pişmanlık ve özür yakıcı bir şekilde vardır. Duygu ise sahici bir duygudur.Bu yüzden türküler sesli dinlendiğinde söyler sözünü. Söz olarak kuru bir ifade sesin rengi ve kokusuyla birleştiğinde söylenmeyenleri de söyler. Kapının açılması isteği öylesine içten bir duyguyla söylenmiştir ki yâr kapıyı sonuna kadar açar. Çünkü ozan öyle şeylerden bahsetmektedir ki; ortada hayati bir mesele vardır. Ozan demektedir ki sevdiğine: Benim sonum son değil; düşman elinde ölüm fermanım var. İşte yârin ağlamasına sebep budur. Ama bu fermanı yazan düşman sarhoş haliyle yazmıştır. Sarhoş hâlde yazılan söz ise söz değildir. Bu yüzden yazılan bu fermanın hükmü yoktur. Sonra şöyle seslenir fermanı yazanlara; göndersinler kendi fermanımı kendim yazayım. Öyle bir yazayım ki kalemle, divitle değil; zülfüm teliyle. Artık zülüf teliyle yazılan fermanın ölüm fermanı olmayacağı da bellidir..." Yazan: Atıf Bedir Yazının tamamı: www.edebistan.com/index.php/atif-bedir/bir-avarenin-dusleri-10-havada-turna-sesi-gelir/2008/04/
Bu kadar güzel anlatılabilirdi. Bu kıymetli yazıyı kaleme alan Şair, yazar Atıf Bedir’in yüreğine sağlık. Bu buluşmayı sağladığı için Samiye Demir’e ayrıca çok teşekkür ederim ❤️
Çok nitelikli bir türkünün aynı değerde anlatımı.Dillerinize gönüllerinize sağlık.Büyük usta Talip ÖZKAN ustanın kayıtlarından dinlerdim yıllardır bu türküyü.Listeme Zeynel hocayı da ekliyorum.Güzel türkülerimizi yakanlara,yakalayanlara,havalandıranlara selam olsun.Her daim var olunuz efendim.
Bir türkü ancak bu kadar güzel ve duygulu icra edilir. Sazın duygusu lezzeti bir ayrı, sözün duygusu bir ayrı, Zeynel üstadım tekrar teşekkür ederim. İçimizi titretin💓. Saygılarımla👋👋👋
2002 yılında Ege Üniversitesi THM korosunda sizden öğrenmiştik bu türküyü. Bir koronun başlı başına bir mektep olabileceğini orda görmüştüm... Mükemmel icra, size çok yakışıyor bu türkü. İyi ki varsınız 👏👏👏
@@ZeynelDemir üstad birak da teşekkurü de biz edelim. Hem bize boyle guzel bir sey icra edip bir de tesekkuru sanami ettirecegiz. Şaka bir yana sen napmissin be üstad nasil bir güzellik sundun bize boyle.
"Hâl olmak " yürekte başlar,ustalikla devam eder.aşk olsun sana canlar canı,yüreğimize işlediğin o güzel nakış her daim eşi benzeri bulunmaz bir değerdedir.saygiyla ellerinden, yüreğinden öperim hocam🙏🙏