يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا ﴿٤٥﴾
"Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı;
وَدَاعِيًا إِلَى اللَّهِ بِإِذْنِهِ وَسِرَاجًا مُّنِيرًا ﴿٤٦﴾
Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik." (Ahzap 45-46)
Her Peygambere adıyla hitab eden Allah, Peygamberimize ya eyyuhen nebiyyu diye hitab ediyor.
Allah kullarına peygamber gönderip inanç, amel, ahlâk konularında ne istediğini açıklamadıkça onları sorumlu tutmuyor, birçok âyette “Bilmiyorduk, bilemezdik demeyesiniz diye size peygamberler gönderdim” diyor (meselâ bk. Nisâ 4/165). Bütün bunlara rağmen âhirette “uyarılmadığı, bilgi verilmediği yolunda” mazeret ileri sürecek olanlara da Allah Teâlâ peygamberleri ve hepsine birden son peygamberini tanık gösteriyor. Hz. Peygamber’in bu niteliği, onun rabbi nezdindeki değerini gösterir. Çünkü şahitler önce tezkiye edilir, onları tanıyan erdemli kişiler tarafından tanık olabilecekleri ifade edilir. Hz. Peygamber’i tezkiye eden ise bizzat Allah’tır.
"O, Allah'tan başka ilâh olmadığına şahittir" demektir. Bu manaya göre de, şöyle bir incelik söz konusudur: Allah Teâlâ, Hz. Muhammed (s.a.s)'i, Kendisinin birliğine şâhid tutmuştur. Şâhid ise, "Müddeî-davacı" durumunda olamaz. Binâenaleyh Allah, vahdaniyeti hususunda, Hz. Peygamber (s.a.s)'i, o birliği iddia eden, savunan bir kimse durumunda kalmamıştır. Çünkü, iddiada bulunan kimse, zahirin hilâfına olan bir şey söylemektedir. Vahdaniyyet ise, güneşten daha açık ve parlaktır. Hz. Peygamber (s.a.s) ise, nübüvvet iddiasında bulunmuş; Allah Teâlâ da, peygamberin kendisinin vahdaniyyetine şâhid, delil oluşunu mükâfaatlandırmak için, Peygamberin bu nübüvvet iddiasında kendisini bu hususa şâhid kılmış ve "Allah, şehâdet eder ki, sen, O'nun Resulüsün" (Munaiikûn, i) buyurmuştur.
"O dünyada cennet, cehennem, nizâm, sırat gibi, ahiretle İlgili hallerin; ahirette de, taât, masiyet, iyilik ve fesâd gibi, dünya ile ilgili hallerin şahididir." demektir.
Müjdeci ve Uyarıcı
Cenâb-ı Hak, müjdeci, bir korkutucu ve bir davetçi..." buyurmustur. Burada güzel bir tertip vardır. Zira, Hz. peygamber (s.a.s), Allah'tan başka ilâh olmadığına bir şahid olmak için, Peygamber olarak gönderilmiştir. Dolayısıyla O, bu hususta müjdeleme arzusunu duymuştur. Eğer bu yetmezse, inzâr ile korkutma yolunu tutmuştur. Daha sonra o, mü'minlerin, "Allah'dan başka ilâh yoktur." demeleriyle yetinmemiş, onları, Allah'ın yoluna da davet etmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Rabbimin yoluna davet et" (Nahi, 125) buyurmuştur.
Velesevfe yu'tiyke rabbüke feterdâ / "Rabbin sana [çok nimet] verecek, sen de razı olacaksın!" (Duha 5)
Ayetteki, "Nûr saçan bir kandil..." tabirine gelince bu, "Dediğini, aklî delillerle isbât eden; onu, en açık delillerle inzâr eden" demektir ki bu da, Allah'ın Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et..." (Natıi, 125) emriyle kastedilendir.
İzinli Davet
Cenâb-ı Hak, "O'nun emri ile Allah'a çağıran bir tebliğci" buyurmuş, "izniyle şâhid ve müjdeleyici" buyurmamıştır. Halbuki, dine davet ederken, "O'nun emri ile, bir davetçi" buyurmuştur. Çünkü bir hükümdar hakkında, dünyanın yegâne hükümdarının o olduğunu söyleyen kimse, bu hususta ondan müsaade almaya ihtiyaç duymaz. Çünkü bu kimse o hükümdarı, onda bulunan şeylerle tavsif etmektedir. Yine bu kimse, "O'na itaat eden, mesut ve bahtiyar olur. İsyan eden de, şakî ve bedbaht olur" dediğinde, bu hususta da o hükümdardan izin almaya ihtiyaç duymadan, bir müjdeleyici ve bir nezîr, uyarıcı olur. Fakat bu kimse, "O'nun, çeşitli yemek ve yiyeceklerle donatılmış sofrasına gelin, o sofrada hazır bulunun..." dediğinde, o hususta o padişahın iznine gerek duyar. İşte bu sebeple Cenâb-ı Hak, "O'nun emri ile Allah'a çağıran bir tebliğci" buyurmuştur.
"Allah, benim sözümü dinleyip de, o sözümü dinlediği gibi yerine getiren kula merhamet etsin" dedi.
Lamba (Kandil) Vasfı
Cenâb-ı Hak, şu faydalardan dolayı, kandilden daha nurlu olmasına rağmen, Hz. Peygamber (s.a.s) hakkında, "o, bir kandildir" buyurmuş, fakat, "o, bir güneştir" buyurmamıştır. Çünkü, güneşin nurundan alınamaz. Kandilden ise, pek çok nurlar alınıp, (başkaları tutuşturulur). Binâenaleyh, birinci kandil söndüğünde, geriye ondan tutuşturulanlar kalır. Kaybolduğunda da böyledir. Hz. Peygamber (s.a.s) de işte gibidir. Çünkü bir sahabî hidayet nurunu, Hz. Peygamber (s.a.s)'den almıştır.
8 ноя 2019