Uyanayımmı yoksa gözüm kapalı türkü bitene kadar gözlerimi kapatayım mi bilemedim. Anlayan biride yokki göndereyim sabah olmadan can evinden vurayım. Emeğinize sağlık sesinize yüreğinize sağlık ❤
Zahid Bizi Tan Eyleme Hay Hay Hak İsmin Okur Dilimiz Eyvallah Hey Canım Hak İsmin Okur Dilimiz Eyvallah Hey, Hey Dost Sakın Efsane Söyleme Hay Hay Hazret’e Varır Yolumuz Eyvallah Hey Canım Hazret’e Varır Yolumuz Eyvallah Hey, Hey Dost Erenler Yolun Güderiz Hay Hay Çekilip Hakk’a Gideriz Eyvallah Hey Canım Çekilip Hakk’a Gideriz Eyvallah Hey, Hey Dost Gaza-Yı Ekber Ederiz Hay Hay İmam Ali’dir Ulumuz Eyvallah Hey Canım İmam Ali’dir Ulumuz Eyvallah Hey, Hey Dost Muhyi Sana Olan Himmet Hay Hay Aşık İsen Cana Minnet Eyvallah Hey Canım Aşık İsen Cana Minnet Eyvallah Hey, Hey Dost Elif Allah Mim Muhammed Hay Hay Kisvemizdedir Dalımız Eyvallah Hey Canım Kisvemizdedir Dalımız Eyvallah Hey, Hey Dost
Zahit bizi tan eyleme Hak ismin okur dilimiz, Sakın efsane söyleme Hazrete varır yolumuz. Sayılmayız parmak ile, Tükenmeyiz kırmak ile. Taşramızdan sormak ile, Kimse bilmez ahvalimiz. Erenlerin çoktur yolu, Cümlesine dedik beli. Gören bizi sanır deli, Usludan yeğdir delimiz. Muhyî sana ola himmet, Âşık ise cana minnet. Cümle alemlere rahmet, Saçar şu yoksul elimiz.
bektaşi nefesi değil halveti ilahisi; Değişik formlarda söylenegelen bu ilahi, şairi Halvetî büyüklerinden Bezcizâde Mehmed Muhyiddin k.s. hazretlerinin ruhunu incitecek kadar farklı maksat ve anlamalara alet edilmektedir maalesef. Çünkü manzumeyi bir deyiş yahut türkü tarzında seslendiren bazı kimseler, ilahide kendi ideolojilerine destek bulduklarını düşünmektedir. Gerçi bu suistimal hususi bir kastın değil, cehaletin eseridir. Bilhassa “Sayılmayız parmağ ile / Tükenmeyiz kırmağ ile” ve “İmam Ali’dir ulumuz” mısraları, kendilerini Ehl-i Sünnet dairesinin dışında tutan bazı çevrelerce, çizgilerinin ve bu çizgideki ısrarlarından dolayı maruz kaldıklarını düşündükleri şiddete meydan okumanın ifadesi gibi anlaşılmıştır. Halbuki biraz araştırılsa, bunun böyle olmadığı, Mehmed Muhyiddin Efendi’nin bu nutk-ı şerifini, 17. asırda tasavvuf ehline karşı besledikleri ölçüsüz husumetle maruf Kadızâdeliler taifesine verilmesi gereken bir cevap sadedinde kaleme aldığı fark edilecektir.