Aşk ne gizemli sözcük değil mi? İnsanı heyecanlandırıyor hangi cümlenin, neresinde geçerse geçsin. Ama tarif et desen, binlerce tarifin içinden herkes kendine başka bir aşk tanımı seçer. Kimi bir anlık bir çarpılmadan söz eder, sebep aranmaz aşkta der, kimi kaşına gözüne vurulur sevdiceğinin, kimi hayatı paylaşmaktan dem vurur, dostluktan, arkadaşlıktan, kimi için platoniktir, aşkların en güzeli uzaktan sevmektir, kimi için çılgın seks geceleri, ten uyumu, şehvetin dorukları… Açsan kulaklarını dinlesen, herkesin aşk hikâyesi bambaşka… Ama aşk hep orada, varlığıyla olduğu kadar yokluğuyla, yaşanmışlığı kadar, hatta daha da çok, sorularda, arayışlarda… Nedir ya şu aşk dediğimiz şey? Var olmak gibi bir şey… Var da yok aslında. Varlığından çok sorularıyla, sorunlarıyla yakıyor içimizi çoğunlukla. Ama kabul edelim, var olmaktan da vazgeçemiyoruz aşktan da, ikisi de baştan çıkarıcı. Yani ikisine de şöyle diyebiliriz kısaca: Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da!
Yine bol sorulu, aşklı meşkli, varoluşun ağırlığını yüklenip, hafifliğine sığındığımız bir romanla karşınızdayım efendim. Çek asıllı Fransız yazar Milan Kundera’nın 1982 yılında yazdığı, 1984 yılında yayımlanan, ünlü Amerikalı yönetmen Philip Kaufman tarafından sinemaya da uyarlanan eseri Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği bu bölümde konumuz. Konuğumuz ise benim Doğan Kitap dönemimde yıllarca beraber çalıştığım bir editör arkadaşım Handan Akdemir. Handan birçok yazarın editörlüğünü yaptı ama bunların içinden Haruki Murakami’yi anmadan geçmek olmaz. Ayrıca, Doğan Novus’un yayın yönetmenliğini de üstleniyor uzun bir süredir. Handan ile biz hayattan, aşktan, edebiyattan çok konuşmuşuzdur yıllar boyunca. İşte bu da o konuşmalardan biri oldu. Karşımızda roman kahramanı olarak çağdaş bir Don Juan yani Tomaş olunca, dedikodunun tozunu biraz kaçırmış olabiliriz. İdare edeceksiniz artık. Ha bir de biz ona Tomaş diyoruz, o konuda sıkıntı çıkmasın lütfen aramızda.
Milan Kundera’nın gönlümüzde yeri neden ayrıdır peki? Herkesin Kunderası kendine tabii ama ben galiba yazarın sözlerinden yola çıkmayı tercih edeceğim. “Romancı ne tarihçidir, ne de peygamber; o varoluşun kaşifidir,” diye tarif ediyor Kunderacığımız roman sanatını. Hani biz akla kara arasında bir seçim yapmaktan yanayız ya genellikle, iyiyle kötüyü şöyle ortadan kalın bir çizgiyle ayırıp, hah bu iyi işte, deyip arkamıza yaslanmak istiyoruz ya, bol keseden yargı dağıtıp, haklıyla haksıza hemen karar veriyoruz ya, işte Kundera romanı kaldırmaz bu kesinlikleri. O doğamızı bir ruhbilimci gibi değil belki ama bir kaşif gibi araştırmaktan yanadır. İnsan doğasının göreceliği ve belirsizliği üzerine kuruludur roman sanatı ona göre. Tarih bir fondur, kişinin psikolojik yapısı ve geçmişi sadece etkenlerden biri, dünya üstümüze kapatılmış, bir tuzağa dönüşmüşken itiraflar değil, keşiflerdir peşinde koşulan.
Deyiip… benim kendisine hayranlık sebeplerimden bazılarını siz Ben Okurum dinleyicilerine açıklamaya çalıştıktan sonra, gelelim mi artık “kimdir bu Milan Kundera” sorusunun cevabına…
1929 yılında o zamanki Çekoslovakya’nın güneyindeki Brno adlı bir şehirde dünyaya gelir. Babası piyanisttir, daha sonra da Janeck Müzik Akademisi’nin yöneticisi olur. Yani bizim Milan, müzikle dolu bir evde büyür. Belki de romanlarındaki ritmin kökenini müzikle erken yaşlarda kurulan bu sağlam ilişkide aramak gerekir. İlk şiirlerini lise çağlarında yazmaya başlar, bir caz grubunda trompet çalar. Üniversitede edebiyat okumak için Prag’a gider, sonra onu bırakıp, yeni ilgi alanlarına yönelir; müzik, film yönetmenliği ve senaryo dallarında eğitim alır.
Gençliğinde Çekoslovakya Nazi işgali altındadır, ikinci dünya savaşının ardından tüm orta Avrupa gibi komünist devrim fikri ve gerçeği kasıp kavurur orayı da. Henüz 20li yaşlarındayken o da arkadaşları gibi Komünist Parti’ye üye olur. Ama zamanla bir şeylerin ters gittiğini fark eder Milan, fikirlerini dile getirmeye başlayınca da ihraç edilir partiden.
Prag Film Akademisi’nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başlar, bir yandan da denemeler, şiirler, oyunlar kaleme almaktadır. İlk önemli eseri Perde, 1960 yılında yayımlanır. 7 bölümden oluşan bir deneme kitabıdır bu. İçinde bulunduğu toplumun hezeyanlarını gözlemlemekte, üzerine bol bol düşünmektedir. Sürüye katılmayana yaşam şansı tanımayan bir ortam vardır ülkede, anlatılmalıdır bu, kağıtlara dökülmelidir. O da sarılır kaleme, bu kez de ortaya Şaka adlı romanı çıkar.
#denizyücebaşarır #benokurum #podcast #milankundera #varolmanındayanılmazhafifliği #handanakdemir #canyayınları
6 окт 2024