Ruhaniye qulaq asanda babam nenem yadima dusur.Toylarda bu ifa ile ancaq yasli nesil oynayardi.Allah butun olenlere rehmet elesin.Adamin ruhu dincelir Allah senede rehmet elesin usta Adelet.
18oktyabr Azərbaycan tarixinə qızıl hərflərĺə yazıldı Gözəl Şuşamiz musiqinin beşiyi azad oldu bu söləri Ruhani sədaları altinda yaziram Azərbaycan əsgəri sizin qarşınızda baş əyib alnınızdan öpurəm .Allah həmişə sizinlə olsun.Amin.
Cox yasha menim Türk AZERBAYCANIM!!!!!!!! Sen azerbaycan boz qurdlarinin vetenisen!!!!! Long live my TURKISH AZERBAIJAN!!!You are motherland of azerbaijan's grew wolfs!!!!
Aşıq Ədalət Dəlıdağlı həm sazda gözəl ifasına həm də oxumağına və səhnədə şer söyləmə qabiliyyətinə görə Azərbaycan aşıqları içərisində xüsusi yeri olan sənətkardır Biz kəlbəcərli olmağımızla həm də belə gözəl sənətkarlarımızın olması ilə qürur hissi yaşayırıq
yasa Edalet Delidagli yasa allah size omur versin AZERBAYCANDA saz ifacisi dede Edalet ve siz Edalet Delidaglisiz qalan hamsin saz ifa etmirler menim alemimde
Asiq Edalet Delidagli 1967-ci il fevralın 1-də Kəlbəcər rayonunun Yellicə kəndində anadan olub. 1985-ci ildə orta məktəbi bitirdikdən sonra Kəlbəcərdəki yeddiillik musiqi məktəbində təhsil alıb. Hələ uşaq yaşlarından saz çalmağa başlayan Ədalətin ilk ustadı o zamanlar Aşıq Şəmşir adına Kəlbəcər rayon Mədəniyyət evinin nəzdində fəaliyyət göstərən aşıqlar ansamblının rəhbəri Əliş Quliyev olub. Saza olan sevgisi, yanğısı onu saz sənətinin sirlərinə daha dərindən yiyələnməsinə vadar edib. Məhz bu sirlərə yiyələnmək üçün sonralar “Bala Ədalət” Qəmkeş Allahverdidən, 1993-1998-ci illərdə isə Azərbaycanın əməkdar incəsənət xadimi, ustad aşıq, “Şöhrət” ordenli, prezident təqaüdçüsü Ədalət Nəsibovdan mükkəməl dərs almışdır.
"Fələyindən açılmamış sirdimi, Sinəsindən yaralanmış şirdimi. Ozandımı , ocaqdımı,pirdimi, Dilmi tutar, yazılarmı bu hikmət? Saz çalanda Allah olur Ədalət." / Ağamalı Sadiq Əfəndi./
sizi kimiler coxdur azervaycanda.Ona gore bu dovlet surunur.Erenler cox olsa Allah sizi surundurmezdi.Allahin oxşari yoxdur.Allaha edalete benzetdiyiniz ucun dinden cixib kafir olmaniz ucun başqa sebebler axtarmayun
@@user-tw7jc9pd2m , zavallı , deyə bilərsənmi sən özün hansı dövlətin təbəəsisən ? Bəs sənin kimilər nə qədərdir bu ölkədə ? Əgər çoxsunuzsa, nədən bu xalqın sürünməsinə imkan verirsiniz ? Əgər azsınızsa , nədən azsınız ? Harda qalıb " elminizin " gücü ? * " Aman Allah , haraya bax, haya bax , Ərzurumdan axıb gələn çaya bax , Kürəyimi deşib keçən gülləyə , Qolumdakı çəkilməmiş yaya bax . Oyan qafil, tarixləri varaqla , Qanı batan babaları soraqla Bəlkə səni yandıra bu hekayət , Saz çalanda tarix olur Ədalət ."...
Âşık Mustafa Ruhani, 1931 yılında Erzurum'un Tortum ilçesine bağlı Aşağı Sivri köyünde dünyaya gelmiştir. Asıl adı Mustafa Temel'dir. Babası, aynı köyde çiftçilikle uğraşan, nalbantlık, duvar ustalığı, hızarcılık gibi işlerle de uğraşan Ahmet, annesi ise Ayşe Hanım'dır. İkisi kız, dördü erkek olan altı çocuklu ailenin ikinci çocuğudur. Çocukluk yıllarında köy imamından Kuran dersleri almaya başlayan Mustafa, bir süre sonra Kuran'ı ezberlemek için çaba harcamasına rağmen tamamlayamaz. Köyünde okul olmadığı için ilkokul öğrenimini yapamaz, ancak daha sonra arkadaşlarının yardımıyla yeni harfleri öğrenir. O yıllarda Mustafa’nın amcası Mehmet'in sıkça okuduğu, otururken, çalışırken mırıldandığı iki şiir vardır. Bunlardan biri: Şol cennetin ırmakları Akar Allah deyu deyu mısralarıyla başlayan şiir, diğeri de Narmanlı Âşık Sümmani'ye ait olan Arzu maksuduma firkat ahıma Nöbet geldi varmadan mı gideyim Yüzüm sürüp bu dem adil şah'ıma Derde şifa sormadan mı gideyim dörtlüğü ile başlayan şiiridir. Bu şiirleri amcasından sıkça dinleyen Mustafa'da şiire karşı bir sevgi ve tarif edilemez bir ilgi uyanır. Şair, kendisinin şiirle olan ilk temaslarının böyle başladığını, “ ben de bu tür şeyleri söyleyebilir hale gelsem ” diye çok niyazda bulunduğunu,tenhalarda ağlayarak dolaştığını ifade etmektedir. Bunlar, çocuk ruhunun estetik kaygılara bürünerek dışa yansıyan, ama adı konulamayan ilk ve basit düzeydeki arzulardır. Bu şiirleri dinleyen ve ruhunda bazı kıpırdanmalar hisseden Mustafa, o dönemlerde sıkça rüya görmeye başlar. Günlerce süren bu rüyalarında nurani bir adam gelerek Mustafa'ya uzun bir elbise giydirmeye çalışır, onu uzaklara, dağlara çıkarır, kitaplarla dolu olan bir eve götürür ve güzel bir kız ile görüştürür. Henüz 10 yaşını idrak etmiş olan küçük Mustafa, 1941 yılının Mayıs ayında eline geçirdiği bir dinamit kapsülü ile oynarken kapsülün patlaması sonucunda sol gözü ile sağ elinin üç parmağının uç kısımlarını kaybeder. Ulaşım imkânlarının yetersiz olduğu o günlerde kağnı ile Erzurum'a getirilir ve Numune Hastahanesi'nde bir süre tedavi gördükten sonra köyüne götürülür. 1943 yılında sağ gözünde de rahatsızlık hisseden Mustafa, tedavilerden sonuç alamaz ve sağ gözünün görme yeteneğini de büyük ölçüde kaybeder. Bu olaydan sonra Mustafa'da belirgin bir biçimde içe kapanma görülür. Organlarından birini kaybetmenin üzüntüsüne hastahane kapılarında acılarla geçirilen günlerin sıkıntısı eklenir. Yoksulluk içinde kıvranan bir ailenin çocuğu olarak bunlara katlanmak zorunda kalır. Hayatının akışını değiştiren dinamit kazasından sonra büyük acılar çeken Mustafa, ilk gençlik yıllarında da rüyalarında nurani adamın tanıştırdığı kız ile görüşmeye devam eder. Bir hayal perisine benzettiği sevgilisinin aniden gözden kaybolması üzerine “hani ne oldu, nereye gitti, o bir ruh muydu?” diye sorunca nurani adam Mustafa'ya “senin adın Ruhani olsun” der. Bu dönemlerde tenhalarda gezmeyi alışkanlık haline getiren Mustafa, zaman zaman göz yaşlarını tutamayarak Allah'a yalvarır ve âşık olmak, Sümmani'ler, Yunus'lar gibi şiir söylemek istediğini belirtir. Bazen basit düzeyde kafiyeler meydana getirerek ahenkli sözler söylemesi, birkaç mısralık kırık dökük şiir denemeleri yapması, komşusu olan Haydar Çavuş 'un dikkatini çeker. Âşık tarzı şiir geleneğini bilen ve eski âşıklara ait çok sayıda şiiri ezberlemiş olan Haydar Çavuş, Mustafa ile ilgilenir ve ona yardımcı olur. “Ben bir mısra söyleyeyim, sen de ona uygun kafiyeli bir mısra söyle” diyerek onu yönlendirir. Mustafa'ya bir tahta parçasından basit bir saz yapılır, Halil Polat adlı komşunun askerlik dönüşünde getirdiği ince elektrik telleri bağlanır. Böylece onun oyalanabileceği bir çeşit oyuncak ortaya çıkar. Saza benzeyen bu alet eşliğinde çeşitli türküleri mırıldanan, kendiliğinden de bazı şiirler söyleyen Mustafa, çevresinde âşık olarak tanınmaya başlar. Zamanla çeşitli düğünlere, eğlencelere çağrılır, ancak henüz ileri düzeyde saz çalamamaktadır. Tortum'un Bağbaşı köyünde oturan ve Ayazi mahlasıyla şiirler söyleyen Muharrem Usta'nın Aşağı Sivri köyüne yaptığı bir ziyaret, Ruhani için ele geçmeyecek bir fırsat olur. Muharrem Usta Ruhani'ye saz çalma ile ilgili genel kuralları öğretir. Amcasının, komşusu Halil Çavuş'un ve Bağbaşı köyünden Muharrem Usta'nın katkılarıyla âşıklık sanatına iyice ısınan Mustafa'nın bir başka problemi daha vardır. Babası onun saz çalmasını ve şiir söyleyerek âşık gibi tanınmasını istememektedir. O, Mustafa'nın fazlaca duygusal bir kişilik kazanarak derbeder bir hayata düşmesinden korkmaktadır. Akrabalarının ve komşularının ısrarı ile babası ikna edilir. 19-20 yaşlarında iken aile büyüklerinin de hazır bulunduğu bir anda uygun ortamın oluştuğunu anlayan Mustafa, sazını alarak babasına hitaben şu şiirini söyler: İzin ver elime alayım sazı Mızrabım dokunsun telime baba Dağladı sinemi hasretin közü Baksana savrulan külüme baba Sevda beni gelir tutar huy gibi İki gözüm yaş döküyor çay gibi Doğrulamam eğilmişim yay gibi Felek tekme vurdu belime baba Ruhani'yim oldu yolum dolaşık Aşk'ın şerbetinden içtim bir kaşık Hem yaralı hem yaslıyım hem âşık Bırak beni kendi halime baba Bu, Mustafa Ruhani'nin dörtlükler halinde hece vezniyle söylediği ilk şiiridir. Babasının nezdinde ve aile içinde de meşruiyet kazanan âşıklık, bundan sonra Mustafa için bir meslek haline gelir. Rüyasında gördüğü nurani adam tarafından verilen Ruhani mahlası ile şiirler söylemeye devam eder.1955 yılının bir Haziran gününün sabah saatlerinde sazının bakımıyla uğraşırken kısmen görebilen sağ gözünün aniden karardığını hisseder.Odanın pencerelerine bir perde çekildiğini zannederek dışarıya çıkar,fakat yine görememektedir.Tekrar içeriye gelir ve bir süre ağladıktan sonra şu şiiri söyler: Tül perde zannettim ilk bakışımda Bir örümcek penceremi ağlarken Nurlu güneş sen kararma karşımda Kader benim gözlerimi bağlarken Bir ağır yaraya düştüm elaman Yerinden üzemez hiçbir pehlivan Kurtlar kuşlar bile kurdular şivan Felek beni sitem ile dağlarken Ben derdimi döksem dayanmaz yürek Ne yaprak yeşerir ne açar çiçek Ne kuşlar ötüşür ne uçar sinek Ben çekilip bir köşede ağlarken Seyhan Ceyhan akmaz Fırat mı yürür Murat geri teper Dicle de kurur Kızılırmak coşmaz Sakarya durur Ruhani'nin gözyaşları çağlarken Mustafa Ruhani, ilk karşılaşmasını Aşağı Sivri köyüne gelen Narmanlı Âşık Divani ile yapmıştır. Daha sonra çok sayıda âşıkla karşılaşma fırsatı bulmuştur. Başta Konya Âşıklar Bayramı olmak üzere Türkiye'nin birçok ilinde düzenlenen âşıklar toplantılarına ve yarışmalara katılan Ruhani, bu toplantılarda kendini kanıtlayarak çeşitli ödüller almıştır. Yurt dışında da çeşitli programlara katılmış, Almanya, Belçika, Hollanda ve Fransa'da programlar yapmıştır. Âşık tarzı şiir geleneğinin gelecek kuşaklara aktarılması için çaba harcayan ve her fırsatta genç meslektaşlarına tecrübelerini aktaran Ruhani, yetiştirdiği çıraklarıyla da geleneğe katkıda bulunmuştur. Saz çalma ve hazırlıksız şiir söyleme yeteneği çok güçlü olan Ruhani, aynı zamanda iyi bir hikâye musannifi ve anlatıcısıdır. Kendi tasnifi olan Nergis Hanım, Yetim Esma, Yusuf Çavuş ve Zülbiye Hatun hikâyelerinin yanı sıra klasik halk hikayelerinden birkaçını ve son dönemlerde anlatılan hikayelerden bazılarını da bilmektedir. Mustafa Ruhani iki kez evlenmiştir. 1958 yılında gerçekleştirdiği ilk evliliğin altıncı ayında iken eşini kaybetmiş, 1961 de ikinci kez evlenmiştir. Ruhani'nin üç kız, bir erkek çocuğu vardır. Halen Erzurum da ikamet etmekte olan Ruhani, çeşitli âşıklar toplantılarına katılarak sanatını icra etmektedir. Aşığım Sorarsanız kimliğimi Ben bir gariban aşığım Boş verin güldüğüm demi Ağladığım an aşığım Yarayım kalbi yarayım Dermana kime varayım Gece görünmüyor ayım Gündüzü zindan aşığım Kurban olayım Yaradan Sen kâinatı yaradan Yâr ol kurtulam yaradan Hakk'a inanan aşığım Duygulandım ermişlerden Dost cemalin görmüşlerden Fecirde öten kuşlardan Önce uyanan aşığım Ruhani'yim bağrım pişti Feryadım arşa ulaştı Yandı yüreğim tutuştu Çırasız yanan aşığım
Allah awiqlara rehmet etsin mehdi kiwi var idi cox severdi awiq havsini Aqdam rayonu eliaqali kendinden idi indi duyasin deyiwib qerib diyarda defn olub Allah rehmet etsin
Ruhanini bele calarlarey,yoxsa sazi gah boynuna,gah basinin ustune qaldirib,gah kellesi uste cevirib,gah ayaqlarinin arasindan cevirmekle deyil!Allah ustada rehmet elesin,Amin!
sazin atasi evezolunmaz ustad Allah rehmet elesin heiffffff size mekniniz cennet olsun en çox sevdiyim dahi ustad ve dahi şairimiz Bexdiyar Vahabzade 😢😢😢😢😢😢😢😢😢😢