yakın bir örnek olduğu için söylüyorum bekir ağırdır 50 yaşında daha önce bilmediği bir işe başlayarak kendine kariyer yapmış bi insan. Burda kişisel gelişim için motivasyon veriyor değilim 40 yaş konusunda Emrah hocama katılmıyorum sadece. Çağımızda 40 yaş artık evlilik ve askerlik yaşı neredeyse.
hocam bu kavramı bu kadar esnetirsek sadece bununla kalmaz herhangi bir şeye metafizik diyebiliriz. insan hakları bir inanç değil bir sözleşmedir, metafizik değilidir çünkü sezgisel bir alan değil.
Ulaştırabilmek adına, buraya da ekleyeyim: Bir hekim olarak “eyyorlamak” isterim. Mesleğimden bahsediyorum (çok bayıldığımdan değil); zira az sonra meseleyi kliniğe çekeceğim biraz… Bize lazım olan şey, bir yanıyla da, yazarın refleksivitesi, düşünümselliği, Bourdieucü “oto-analiz”i belki de. Sorum şu: Emrah Safa Gürkan’ı, bu metni yazmaya iten (ve o çok sevdiğim) iştahının ardında, doğrusu “teorik taraça”ya, yani bir tür “sosyolojik cihannümâ”ya yerleşme motivasyonunu da dinlemeyi isterdim. Aslında en çok buna ihtiyacımız var, Ahmet Midhatçı bir didaktizmden ziyade. Hani kendi yanılgılarını, illüzyonlarını ve ötesini de sistematik-refleksif biçimde işlemek… Öyle ya, gündelik yaşam, “teori” ile üstesinden gelinemeyecek bilişsel tuzaklar (bias), yanlılıklar ve mantıksal safsatalarla (fallacy) doludur; entelektüel literatiye servis edilen lezzeti tam da oradan ileri gelir belki de. Sahada çalışırken, hemen her hekimin en çok işittiği soru şu değil miydi: “Bende de var mı hocam, COVID-19 olmuş olabilir miyim, burada da var mı, vaka görüldü mü,” şeklinde sürüp giden bu tedirgin merak, kendisini toplumsal gövdeden bağımsızlaştıran bir fâil tasarımının gölgelerini içermiyor mu? Burada peşinde olunan, yaşanılan bölgenin sağlık durumundan, epidemiyolojik göstergelerinden ve salgının daha ne kadar sürebileceğinden ziyade, zaten “var olmayan” toplumdan özerkleşmiş neoliberal öznelliğin nesnesini arayan o helezonik risk algısının tatminini sağlamak, bir bakıma. Dolayısıyla şunu belletmek olanaksızlaşıyor: Gayemiz tek tek kaç vakanın olduğunu (kaba istatistik kumkumalığının simetrik yüzeyi olan) dedektiflik koşullanmasıyla saptamak değil, insanların enfekte olmaması değil, “sizi” tek tek korumak hiç değil, toplumun bir üyesi olarak sizin mümkün mertebe geç enfekte olmanız… “Seni kendimden korumak istiyorum, o yüzden birbirimizden fiziksel olarak uzak duralım,” kavrayışının özümsenmesi imkânsız hâle geliyor bu durumda. Herkes enfekte olmuşçasına davranmak, “hepimiz COVID-19 imiş gibi” tavır takınmamız mümkün olamıyor. Hâliyle diğerkâmlığın buharlaştığı bu gibi kritik anlar, seçimlerde oy dağılımının istatistiksel manzarasında (psephology) kendi başına tikel bir örgütmüş gibi muhakeme yürütmeye fazlasıyla alışık olan, doğal olarak herkesin tek bir oyu olduğunu ıskalayan bir tür devri geçmiş “solcu” öznenin ideolojik kısa-devresine de tekabül etmiş oluyor. Diğer taraftan salgın yönetimindeki bireyselleştirici uygulamalara ilaveten, aklı başında bilim insanları bile, somut başarısızlık emareleri karşısında “Toplum bu kadar sorumsuzsa, elden ne gelir,” minvalinde mırıldanmaya başlayabiliyor. Eğriyi düzleştirmek (flattening the curve) tabir edilen toplumsal idare mantığı biyopolitik bir soruşturmanın konusu yapılmaya ne kadar layıksa, âhir zamanlarda bu mantığın enikonu sakatlanmış işlem yüzeyleri (modus operandi) de bir o kadar derinlikli değerlendirilmeyi hak ediyor. İşte, toplumsallığı sarıp sarmalayan tam da bu monadolojik “sıradanlık”la ve dolayısıyla tikel yaralanabilirlik koşullarımızla barışmak… Dolayısıyla, Emrah Safa Gürkan’ın diğer herkeste olan öznellik teknolojisini bizzat kendisinden daha çok duymalıyız. * Not: “Pandemi: Salgının Medikopolitiği” (2020) metnimin Önsöz’ünden doğrudan alıntı yaptım yazarken.