Şimdi diyelim ki toplandınız çevreme ve üstüme sebepsiz bir baskıyla gelerek bir soruya cevap vermemi istediniz: "En sevdiğin yönetmen kim?" Bu soruya Ingmar Bergman cevabını vereceğimi sanmıyorum doğrusu, ancak şu bir gerçek ki, Kış Işığı ve Yedinci Mühür filmlerini izlerken bol bol kafamı sallayıp uzaklara dalma isteği taşıdığımı hatırlıyorum. Tanrı, ölüm ve hayatın anlamı. Bunlar üzerine hiç düşünmeden yaşayıp gitmek mümkündür herhalde, tıpkı baş ağrısız bir hayat sürmek gibi. Ancak hayatımın son yirmi yılında haftada en az üç gün başım ağrıdı benim, başının nadiren ağrıdığını söyleyen birini gördüğümde, içimde taşıdığım şaşkınlığı hâlâ bir kenara bırakamıyorum. Aynı şekilde, tanrı, ölüm veya hayatın anlamı gibi meseleler de şu veya bu biçimde çevremde dönüp durdu, yakama yapıştı, hiç umulmadık anlarda beni sarstı.
Şimdi diyelim ki kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım, her yer masmavi, bulutlar geçiyor ağır ağır, güneş aydınlatıyor çevremi. Mesnetsiz bir huzurun yanında umarsız bir yalnızlığı da deneyimliyorum böyle zamanlarda. Ancak üzücü bir şey değil bahsettiğim. Evrenin merkezine yerleşmişliğin doğurduğu bir yalnızlık. Ancak her seferinde sonradan kendime geliyor ve kendi yerimi abarttığımı fark ediyorum. Olanca hızıyla ve gücüyle yere çakılan bir taş gibi olduğum yerde duruyorum bir süre. Belli belirsiz bir hakikatten kopmanın bende bıraktığı o hissi yaşıyorum: Gerçekliğine inandığın bir rüyadan uyanmanın şaşkınlığına benzer bir şey. Gelgelelim, kısacık anlar bunlar, dışarıdan bakıldığında varlığının hissedilmesi mümkün olmayan, hatta benim bile sonradan üzeirne düşündüğümde fark ettiğim şeyler.
Şimdi diyelim ki siz veya ben veya Bergman bir araya geldik ve olur olmadık meseleler üzerine konuştuk. Ne demek istediğimi Bergman bir nebze olsun kavrayabilir, veya daha doğru bir biçimde ifadece edecek olursam, hissedebilir gibi geliyor bana. Hiç kuşku yok ki onunla sayısız durum veya fikir üzerinden anlaşmazlık da yaşayabiliriz. Herkesle bunu yaşamak mümkündür. Her türden fikrin temelsiz olduğuna dair bir sezgi doğdu mu içinde, ifade edilen her düşüncenin aksinin de ne denli doğru ve gerçek olabileceğini kendine veya başkalarına ispatlamak için olabilecek her türlü zahmete katlanabilirsin. Sözleri yers yüz etmek, örnekleri hırpalamak, kavramları ağzından tutup içini boşaltmak öyle zor iş değildir. Bu yüzden, Bergman'la veya başka biriyle veya hatta kendinle anlaşmazlık yaşamak şaşırtıcı değildir.
Şimdi diyelim ki tüm bu tatsız ve tuzsuz bocalamaları bir kenara bıraktık ve daha dişe dokunur bir şey konuşmaya karar verdik. Bu noktada aklıma hep Wittgenstein gelir: "Üzerinde konuşulmayan konusunda susmalı." Gerçi Tractatus Logico-Philosophicus'taki görüşlerinin bir çoğunu Felsefi Soruşturmalar'da değiştirmiş veya daha cesur olursak reddetmiştir diyebiliriz. Hayat böyledir işte, sarsılmaz bir hakikati inşa ettiğini zannedersin, ona bel bağlarsın, sırt dayarsın, tamamdır dersin, bitti işte diye eklersin, şöyle bir iç çeker, kalkıp gitmeye yeltenirsin, doğrusu bir iki adım da atarsın, uzaklaşmaya başlarsın, ya da öyle sanırsın, ama sonra içine bir kurt düşer, önce yerinde sayarsın, sonra mecbur durursun, omzunun üstünden geriye bakarsın, tekrar ileriye bakarsın, ilerlemenin mümkün olmadığını görürsün, geriye dönmek zaten imkansızdır, olan ve olacak arasında bir sıkışmışlık hissedersin, biraz sessizlik hâkim olur havaya, sonra öfleyip püflemeler başlar, kaşlar çatılır, gözler devrilir, fikirler çelişir, yürümek anlamını yitirir, bir şeyler gevelenir elbette, hep gevelenir, oysa artık bir daha asla o kendinden eminlik çepeçevre sarmaz seni. Kaybolmuşsundur.
Şimdi diyelim ki Bergman hakkında bir yazı yazmaya karar verdim ve ne ondan ne de sinemasından bahsettim. Böyle bir durumda ben Bergman'ı anlatmış olabilir miyim? Süslü ve sıkıcı teknik çıkarımları etrafa saçmanın, kimsenin doğru düzgün anımsayamayacağı birkaç tarih sıçratmanın, şurada veya burada söylenegelmiş şeyleri bir araya toplamanın bir önemi ve gereği var mı? Bilmiyorum. Ne zaman birileri gerçek fikrimi merak etse, cevabım daima bilmiyorum olur. Bir kaçamak veya sığınak değil bu cevap; gerçekten içimden geçen. İşte geldiğim nokta da bu: Bergman'ın karşısında dursam mesela, veya sinemasında yarattığı karakterlerin karşısında, ve bilmiyorum desem, burada geveleyip durduğum hemen her şeyi bu kadar söze gerek kalmaksızın anlayabilirmiş gibi geliyor bana. Elbette yanılıyor da olabilirim, belki kendimi bile kandırıyorumdur. Hayat bu neticede, her şey olabilir; ve daha da vahimi, olur, her şey olur.
* * *
Çeviri: Ümid Gurbanov
Blog: umidgurbanov.s...
Twitter: / umidgurbanov
* * *
Twitter: / ufaktefekceviri
Patreon: / umidgurbanov
10 сен 2024