Yönünü kaybetmiş biri olarak *kuşkuculuğu dinlerken sanki bir rahatsızlığım varmış da ona teşhis konulmuş hissine kapıldım, bu arafta kalmışlığımın eserleri olan şekersiz, belki de sonunda bana bir çeşit farkındalık verecek olan "sahi" yalnızlığım ve ben bir şeyleri takipte kalmaya çalıştıkça şiddetle tırmanagelen detaycılık ve mükemmeliyetçiliğim. Çünkü hayat bir yapbozsa benim gözümde, bütünü görebilmek ve o bütünü gördüğünüzde elde edeceğiniz herhangi bir şeyin tadına varabilmek için bütüne yoğunlaştığınız, size sunulan güncel çerçevenin kritiğini yaptığınız kadar o çerçeveyi oluşturan şeylerin her birine de ayrı ayrı yoğunlaşmalısınız veya başka bir deyişle size sunulan çerçevenin yahut içine düştüğünüz bulanık bir suyun o hali etrafında yorumlar uçuşturacağınıza o şeyin o hale gelmesine sebep olan birliktelikleri, aşamaları araştırmalısınız ki o şeyin köküne kadar inebilesiniz ve ana neden diyebileceğimiz kavrama erişebilesiniz. Çok da hoşuma giden "yargıyı askıya almak" ifadesinden hareketle ve buraya kadar açılımını yapmaya çalıştığım duruma da bir örnek olsun diye: Misal, ben 1998 doğumluyum ve 19'unda kafası karışık, birtakım dini konularda zamanında kendisine mutlakmışçasına bildirildikleri sarsılmış, kendini mevcut çarktan geçici de olsa soyutlamaya çalışıp yalnızlığa terk eden ve formatlamaya koyulan bir gencim ve "TR'deki darbeler tarihini, bunun bireyin elinden alınıp çocuk oyuncağı haline getirilmiş olan dinle alakasını" araştırıyorum ve tabi yukarıda da belirttiğim üzere bu çalışmayı basamak basamak ve özgünce ortaya koymaya çalışıyorum. Benim bu noktada ne yapmam lazım? Gündemin bana sunduklarıyla yetinip o bulanık çorbanın içinde adeta bir saman alevi olarak kendime de bir yer bulmam mı yoksa listesini çıkardığım soruları cesurca ve hiçbir etkiye kapılmadan tek tabanca bir şekilde yanıma alıp geçmişte bir yolculuğa çıkmam mı lazım? Efendim, o sorular kabaca nelerdir? O soruları bana kalırsa tümdengelim yöntemiyle sıralamak gayet mümkündür: İşte, darbelerin olduğu tarihleri anlar ve ülkeye hakim olan atmosferi içinize şöyle bir çekersiniz ve sonra aklınıza o atmosferi çekerken de bir soru gelir, bu darbelere zemin hazırlayan etkenler neler veya kimlerdi? Başlarsınız ülkeyi o duruma sürükleyen rolleri incelemeye ve böyle sürüp giderken aklınızda (tabi bu aşamada aklınıza doğrudan takılan kavramlar olacaktır/olmalıdır çünkü kavramlar burada özeli temsil eder ve siz genelden özele gidiyorsunuz; o kavramlar da genel başlığıyla araştırmaya koyulduğunuz şey hakkında size şimdiye kadar duyulmadık, bilinmedik bilgiler verip daha sonraki araştıracağınız konularda size bir ilham verebilir çıkarım yapmanızı sağlayabilir ve "aa, ben bu kavramı daha önce şunu araştırırken irdelemiştim ve şimdiki araştırdığım konuyla da kökensel bir bağı olabilir" diyebilirsiniz) o rollerin kim/ne olduğu ve hedefleri, etkili bir şekilde yayılan bir yapıları varsa bunun nerelere nasıl bir şekilde sirayet ettiği ve ettiği yerleri hangi bağlamda etkilediği, bu etkinin şiddeti gibi envai çeşit sorular gelebilir ve bir de bakmışsınız ki işin çekirdeğine varmışsınız ve o ilk araştırmaya başladığınız konu belki de tüm enerjisini buradan alıp her yere sinsice dağıtıyor. İşte bu elimden geldiğince anlatmaya çalıştığım aşamalar Levent hocanın kuşkucular ağzından "oladabilir olmayadabilir benim bu ikilemin sancısından adam akıllı sıyrılabilmem için ve Akademicilerin bilinemezciliğine de sığınıp durumu tek tipleştirmek yerine bilineni de bilinmeyeni de bir kefede eritip sonunda bilinemeyecek bir şey varsa şayet onu da kuşkuculuk uğrunda bilemememdir yani araştırma aşamasındayım" demesiydi. Tabi ben bu ekollerin durumunu biraz da günümüze uyarlayarak ifade etmeye çalıştım farkındayım üzerine çokça okumalar yapmalıyım ki temel babında bir şeyler otursun ve daha sahici ve yapıcı yorumlar yapabileyim. Ve son olarak da tamamen bir yorum olarak, ben kuşkucuların o zamanki algılarının da böyle bir arada kalmışlık üzerine işlediğini düşünüyorum. Kim bilir? Bu kafalar da belki kendilerini bir düşünceye yoğunlaşmak babında toplumdan soyutluyorlardır.