Trabzon-İstanbul arası 22 saatti. Bolu Tüneli yoktu. Siste ödümüz kopa kopa giderdik. Yolu göreyim diye koridor tarafında otururdum. Babam da gelen geçen rahatsız etmesin diye cam kenarında oturmamı isterdi. Fakat ben bir yolunu bulur anneminkoridor koltuğuna otururdum. 22 saat boyunca bedenimin üst kısmı sağa meyilli gittiğim için seyahat bittikten sonra iki gün boynum ağırırdı. Önceleri otobüslerde klima yoktu. Ağustos sıcağında otobüsün içinde kavrulurduk. Bolu yolu geceye denk gelirse o zaman da donar titrerdim. Hırkama sıkı sıkı sarılır sırtımı yanımda oturan anneme dayardım. Otobanlar yoktu. Yollar gidiş- gelişti.Şoför öndeki kamyonu sollamaki için kafayı biraz çıkarınca, koltuklardaki bütün başlar yola doğru uzanırdı. Bazı yerleşim merkezlerinin içinden, bazılarının kenarından geçerdik. İzmit Otogarı'ndaki pişmaniyeciler, tütün kolonyacıları; Düzce'de dinlenme tesisleri önlerindeki tezgahlarda satılan hediyelik eşyalar... Gerçek hasırdan örülmüş Karamürsel sepetleri, ahşap eşyalar. Oklavalar, merdaneler. siniler. Düdüklü testiler. Deniz kabuklarından yapılmış süs eşyaları... Anlatmakla bitmeyen o güzellikler seyahatimizin meşakkatine tattlı dokunuşlarda bulunurdu. Eski yollar, manzaralı fakat bir okadar da tehlikeli idi. Otobüs şoförü veya karşıdan gelen hatalı sollama yaparsa ölümlü kaza ile sonuçlanırdı.İzmit yolu, Bolu Dağı yolu, Kırıkkale yolu ölümlü kazalarda birbirleriyle adeta yarışırlardı.