Тёмный
No video :(

ALLAH RIZASINDA HIRS - İKİNDİ YAĞMURLARI 

Raindrops TV
Подписаться 57 тыс.
Просмотров 4,9 тыс.
50% 1

Kanâat, iktisadî ve dengeli yaşama, alacağı şeyleri ihtiyaç ölçüsünde alma ve yine kullanacağı şeyleri de ihtiyaç ölçüsünde kullanma suretiyle israftan sakınmak demektir. Diğer bir ifadeyle kanâat, “Allah’ın sana verdiği her şeyde ahiret yurdunu ara; bu arada dünyadan da nasîbini unutma!” (Kasas, 28/77) âyet-i kerimesinde veciz bir üslupla dile getirildiği gibi Cenab-ı Hakk’ın bahşettiği imkânları ahireti kazanma yolunda kullanırken, dünyayı da unutmadan ondan meşru dairede istifade etmektir.
Kanâat sebeb-i berekettir. Dolayısıyla esbap açısından kanâatkâr olan bir insan tekeffüften, tese’ülden ve zilletten kurtulacağı gibi, diğer yandan ilâhî berekete de mazhar olur. Hazreti Pir bu mevzuu anlatırken kendi hayatından da misaller serdetmiştir. Mesela bir okka balı talebelerine de ikram etmek üzere üç ay yediğini ama bitiremediğini naklediyor. Kendisi ruhunun ufkuna yürüdükten sonra kalan balı Üstad’ın önemli talebelerinden biri olan Hulusi Efendi almıştı. 1986’da kendisini ziyarete gittiğimde, “bu Üstad Hazretlerinden kalma baldır” diyerek kalan bu baldan getirmiş ve bir kaşık da fakire ikramda bulunmuştu. Evet, kanâat sebeb-i bereket olduğu için, siz bir şeyden alırsınız ama o, hiç bilemeyeceğiniz şekilde olduğu gibi kalabilir.
Kanâatin öbür kutbunda, “Allah bes baki heves” deyip Allah ile kanâat etme vardır. Yani Allah bize yettiğine göre, O’nun dışındaki şeyler “olsa ne olur, olmasa ne olur” düşüncesiyle hareket etmektir. Yanlış anlaşılmasın, sebeplere riayet etmek başka bir mesele; onların getirisini çok önemli görmek tamamen başka bir meseledir. Zira Cenab-ı Hakk, hikmetinin iktizasına göre bazen verir, bazen de vermez. İşte bir insanın her iki durumdan da hoşnut olması bir kanâat ifadesidir.
Kanâat dünyaya karşı müstağni davranmanın yanında, diğer taraftan Allah rızasını kazanma mevzuunda da ölesiye ciddi bir hırs göstermek demektir. Zira hırsın caiz olduğu bir alan varsa o da Allah rızasını kazanma ve sebepler planında nam-ı celil-i ilâhîyi ilan etme hırsıdır. Evet, yeryüzündeki herkese, ulûhiyet hakikatini tabiri caizse mahiyet-ü nefsi’l-emriyesine uygun olarak tanıtma imkânı doğsa, herkese Efendimiz’i sevdirme, Kur’an-ı Kerim ve Müslümanlığı gerçek hüviyet ve güzelliğiyle duyurma imkânı yakalansa, yine de i’la-yı kelimetullah ve irşad mevzuunda doyma bilmeyen bir arzu ile “Acaba göklere ulaşabileceğimiz bir merdiven var mı?” demeliyiz. Evet, böyle bir durumda bile, “Acaba göklerde sesimizi duyurabileceğimiz ifritler, gulyabaniler, cinler, şeytanlar var mı? Varsa onlara da sesimizi duyurabilir miyiz?” arayışı içinde olmalıyız. Her ne kadar bu hedeflere ulaşma istikametinde ortaya konan teşebbüsler, yalnız bir vesile, bir sebep olsa da bizlerin sebeplere riayette böyle şedit bir hırsa sahip olması gerekir. Elbette ki, anlatılanları kabul ettirme Cenab-ı Hakk’a aittir. Ancak bize düşen vazife ölesiye bir arzu ve hırsla bu vazifeyi yerine getirmek olmalıdır.
Hazreti Pir-i Mugan bir yerde, eğer ‘İmam Rabbânî Ahmed-i Farukî bugün Hindistan’da hayattadır.’ diye ziyaretine bir davet vuku bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğini ifade eder. O halde binlerce Faruk-i Serhendilerle muhat Hazreti Muhammed Mustafa’yı (aleyhissalâtü vesselâm) görmek için biz niye acele etmiyoruz? Bizde bu mevzuda çok ciddi bir iştiyak olmalı. Biz sadece Allah “gel” demediği için burada kalmaya katlanıyoruz. Evet, bizim için dünyada yaşama bir katlanmadır. Bu sebeple bizim mülahazamız şudur: “Ben, bu eracif yığınına katlanıyorum. Beni burada talimgâh için asker yapan, kışlaya sevk eden ve tezkeremi verecek olan da O olduğu için, bana tezkeremi kendi rızasıyla vermeden benim tezkere arzusuna kapılmam, O’nun rızası hilafına hareket etmem demektir. Bu da O’na karşı bir saygısızlık olur.”
Çok büyük olmalı, büyüklüğe ait sıfatları istemelisiniz; ama aynı zamanda Allah’ın size kendinizi büyük göstermemesini talep etmelisiniz. “Allahım bana enbiyâ-yı izâma yakışır bir iffet, bir ismet, bir hikmet, bir fetanet, bir akıl, bir mantık ve bir iz’ân lutfeyle. Fakat, beni kendime her zaman bir kapıkulu gibi göster. Gözümün bir ucuyla bile bir hakikate aşinaymışım gibi bir halle beni imtihan etme!..” demelisiniz. Kerametler, keşifler, zevkler, uçmalar, insanların içlerini okumalar, firasetle çehrelerde bazı şeyleri çözmeler… bunları kat’iyen istememeli; ancak imanda derinlik dilemelisiniz. Evet, insanın bir taraftan meâliye talip olması, fakat diğer taraftan da tutulmasa gayyaya yuvarlanacakmış, esfel-i safilinin kenarındaymış gibi kendisine bakması mü’min hayatıyla alâkalı ama lüzumlu bir çelişkidir.
18/07/2011 tarihli Bamteli sohbetinden derlenmiştir.

Опубликовано:

 

26 авг 2024

Поделиться:

Ссылка:

Скачать:

Готовим ссылку...

Добавить в:

Мой плейлист
Посмотреть позже
Комментарии : 5   
Далее
TEBLİĞ METODU - İKİNDİ YAĞMURLARI
12:23
Просмотров 11 тыс.
HİZMETİN VAZİFESİ - İKİNDİ YAĞMURLARI
9:48
Просмотров 24 тыс.
SIGMA ENVY IS UNTOUCHABLE 🔥 #insideout2
00:10
Просмотров 1,4 млн
Zinadan Nasıl Korunurum? | Halis Bayancuk Hoca
28:26
Просмотров 180 тыс.
''GAFİLLER''... NEREYE ? - İKİNDİ YAĞMURLARI
11:08
Bakalım Allah'ın Muradı Ne? | Gönül Sadası
32:53
Просмотров 184 тыс.
İMAN VE ŞEFKAT / İKİNDİ YAĞMURLARI
10:25
Просмотров 8 тыс.