Ah be kızım! Ah be yavrum! Özgürlük dileyeceksen, şöyle cesur bir kız gibi, adlı adınca özgürlük dile! Ne diye araya kölelik falan karıştırıyorsun. Bizim de yüzyıllara dur bindirecek özgürlük arayışımızın süresini uzatıyorsun! İşi yokuşa sürüyorsun, hatta çıkmaza sokuyorsun. Bak hala arayıp duruyoruz biz kadınlar, o özgürlük denen naneyi. Bazılarımız kıyısından köşesinden nasipleniyor, bazılarımız kendini özgür sanırken esaretlerin en büyüğüne kaptırıyor yakayı, kimi ise duymamış adını bile, duymuşsa da hayra yormamış kadın ya da kız sözcüğünün yanına geldiğinde yarattığı uğursuzluğu hissedip de…! Yine de hakkını yiyemem Janeciğim, Jane’im, Eyre’im benim, bir yol açtın sen de! Yiğit kadını öldür ama hakkını da ver demiş ninelerimiz. Bağımsızlığını kazanmaya çalıştın, ona önem verdin, ilkelerinden vazgeçmedin, ne acılar çektin de yılmadın. Sonunda yine de… Neyse girmeyeyim şimdi o meselelere! Önemlisin bizim için Jane Eyre bacım. Charlotte Bronte bacıma da teşekkürü bir borç biliriz elbette. Ne de olsa seni yaratmış taaa 1847 gibi geçmiş bir tarihte. Hoş altına kendi imzasını atamamış. Currer Bell diye in mi cin mi, kadın mı erkek mi belli olmayan bir isim yazıvermiş ama olsun! 19. Yüzyıl İngilteresi'nde yaşayan o genç kızların ket vurduğu duygulara, onlara hak görülmeyen coşkulara, küçücük de olsa yudumlamalarına izin verilmeyen hayat şarabından kana kana içebilme ihtimallerine dair bir umut olmuş işte. Hala bir umut üstelik de. Canım Jane Eyre.
Evet efendim, ne zamandır istiyordunuz Jane Eyre bölümünü, biliyorum. Yani en azından bir kısmınız. Eh ben de pek istiyordum. Ama işte benim malum sorum vardı hep gündemde: Kiminle? Buldum sonunda. Çok sevdiğim genç bir yazarda çıktı Jane Eyre karşıma. Romanlarını okuduğumda hissetmiştim, İngiliz Dili ve Edebiyatı doktorasını Harward’da yaptığını duyduğumda umudum arttı, tanışınca da emin oldum. Kıymetli Şeylerin Tanzimi adlı ilk romanıyla edebiyat dünyamızda kendine hemen sağlam bir yer edinen sevgili Sezen Ünlüönen ile birlikteyiz bu ben okurum bölümünde. Sezen, 19. Yüzyıl İngiliz Edebiyatı dersi veriyor Tel Aviv Üniversite’sinde. Yani hoş geldiniz eğlenceli bir İngiliz Edebiyatı 101 dersine. Lütfen arka sıralardan önlere doğru ilerleyin, geride durmayın öyle. Hazır mısınız? O zaman… Hisseli Harikalar Kumpanyası açıyor perdesini!
Şimdi biz böyle bodoslama daldık ya Jane Eyre romanının içine ama belki yıllar önce okumuş olanlar ya da hiç okumamış olanlar vardır aranızda, o yüzden bizim Jane’in başına çocukluğundan beri neler neler geldi, kısa bir özet geçeyim mi size? Şimdi bu bizim gariban kızımız hem öksüz hem yetim bir çocukcağız olarak yengesi ve üç kuzeniyle yaşıyor 10 yaşına kadar. Yenge nefret ediyor bundan. Jane’in romanda da söylediği gibi ‘bir uyumsuzluk ögesi’ olarak görülüyor o büyük ve gösterişli evde. Evin büyük oğlunun da eziyetine uğruyor sürekli. Sonunda bir yatılı okula gönderiliyor. Orada da durumlar, sohbetten de anlamışsınızdır, hiç parlak değil. Hatta berbat. Neyse ki okulun iyi kalpli müdiresi bir çeşit rol modeli oluyor da bizim Jane’e, hayatını bir düzene sokmayı başarıyor. 8 yıl burada kaldıktan sonra, müdire hanımın evlenip okuldan ayrılmasıyla, bölümün başında okuduğum parçadan da anlayabileceğiniz gibi bizim kızın içinde bağımsızlık ateşi parlayıveriyor. Dünyayı tanımak hevesiyle gazeteye ilan verip, kendine bir mürebbiyelik işi buluyor. Sonrası da malum… Evin beyi Edward Rochester ile tanışma. Müthiş bir çekim gücü, bizim kızın saflığı, açık sözlülüğü ve hazırcevaplığıyla adamın üzerinde bıraktığı etki, aşk, gizem, korku, hüsran, kaçış, yeni bir aile ya da ilk kez bir aile ile buluşma, ST John vakası, yine bağımsızlık ve ilkelerin ağır basmasıyla oradan da kaçış ve aşka dönüş. Amma spoiler verdin diyebilirsiniz, ama klasikler söz konusu olduğunda malum hepimiz okumasak bile, bazı romanların neyi anlattığını biliyoruz işte. ‘Sonunda kavuşuyorlar’ mış ile yetinemeyeceğinizi emin olduğum için Sezen ile sohbetimizin akışına da aman spoiler vermeyelim diye ket vurmak istemedim. Bazen belki…
Jane’imizin başına gelenler böyle işte. Peki onun yaratıcısı Charlottemuzun hayatı nasıldı, derseniz? Onu da kısa bir özet geçeyim: 1816 yılında İngiltere’nin Yorkshire bölgesinde Thornton adlı bir köyde doğuyor. Ailenin 6 çocuğunun üçüncüsü olarak dünyaya gelen Charlotte bizim edebiyat dünyasında Bronte kardeşler olarak tanıdığımız üçlünün en büyüğü. Yani Emily ve Anne Bronte’nin ablaları. Anneleri kanserden hayatını kaybedince kızlar bir yatılı okula gönderiliyor. Maria ve Elizabeth orada tüberkülozdan hayatlarını kaybediyorlar. Jane’in de sağlığı bozuluyor. Bir yıl sonra da okuldan ayrılıyorlar. Geriye kalan dört kardeş, yani bizim Bronte kardeşler olarak tanıdığımız üç kız ve Brandwell adındaki erkek kardeşleri babalarının kütüphanesindeki kitapları okumaya adıyorlar kendilerini.
#denizyücebaşarır #benokurum #janeeyre #sezenünlüönen #charlottebrontë #canyayınları
26 июн 2024